English    Türkçe    فارسی   

3
3668-3692

  • هم بنسبت گیر این مفتوح را ** که بدانی و ندانی نوح را
  • Nuh’u hem bilirsin, hem bilmezsin, değil mi? İşte bunu da bu ayetle hadiste izhar edilen manaya kıyas et!
  • مسله‌ی فنا و بقای درویش
  • Dervişin yokluğu ve varlığı meselesi
  • گفت قایل در جهان درویش نیست ** ور بود درویش آن درویش نیست
  • Birisi dedi ki. Âlemde derviş yok… Olsa bile o derviş dervişlik makamına erişmişse yok olmuş demektir.
  • هست از روی بقای ذات او ** نیست گشته وصف او در وصف هو 3670
  • Doğru, çünkü varlığı, sureti bakımındandır, görünüşe göre vardır. Fakat sıfatları, Allah sıfatında yok olmuştur.
  • چون زبانه‌ی شمع پیش آفتاب ** نیست باشد هست باشد در حساب
  • O, güneşe karşı yanmakta olan muma benzer. Mumun alevi de var sayılır ama güneşin önünde yoktur.
  • هست باشد ذات او تا تو اگر ** بر نهی پنبه بسوزد زان شرر
  • Fakat muma bir pamuk tutun mu yanar… Şu halde vardır.
  • نیست باشد روشنی ندهد ترا ** کرده باشد آفتاب او را فنا
  • Öyle ama sana bir aydınlık vermez ki; güneş, onu yok etmiştir. Bu bakımdan da yoktur.
  • در دو صد من شهد یک اوقیه خل ** چون در افکندی و در وی گشت حل
  • İki yüz batman bala bir okka sirke koydun mu, sirke balın içinde erir gider.
  • نیست باشد طعم خل چون می‌چشی ** هست اوقیه فزون چون برکشی 3675
  • Tattın mı sirke lezzeti olmadığından yoktur. Fakat tarttın mı balın okkası artmıştır, vardır.
  • پیش شیری آهوی بیهوش شد ** هستی‌اش در هست او روپوش شد
  • Aslanın önünde ceylanın aklı başından gider, kendisinden geçer… Varlığı, aslanın varlığında mahvolur.
  • این قیاس ناقصان بر کار رب ** جوشش عشقست نه از ترک ادب
  • Kemale ermeyenlerin Allah’a karşı yürüttükleri bu kıyas yok mu? Aşk coşkunluğundan ileri gelen bir şeydir. Ebedî, terbiyeyi terk etme değil!
  • نبض عاشق بی ادب بر می‌جهد ** خویش را در کفه‌ی شه می‌نهد
  • Âşığın, nabzı, edepten dışarı atar. Âşık kendini padişahın terazisine kor, sevgilisinin tapısına varır.
  • بی‌ادب‌تر نیست کس زو در جهان ** با ادب‌تر نیست کس زو در نهان
  • Dünyada ondan edepsiz, ondan terbiyesiz kimse yoktur. Fakat hakikatte ondan terbiyeli, ondan edepli kimse de yoktur.
  • هم بنسبت دان وفاق ای منتجب ** این دو ضد با ادب با بی‌ادب 3680
  • Ey aslı, nesli belli kişi bu edeplilikle edepsizliği birbirine uygun bil.
  • بی‌ادب باشد چو ظاهر بنگری ** که بود دعوی عشقش هم‌سری
  • Zahirine bakarsan edepsiz gibi görünür. Çünkü başında aşk dâvası vardır ( bu dâva da varlık alâmetidir).
  • چون به باطن بنگری دعوی کجاست ** او و دعوی پیش آن سلطان فناست
  • Fakat hakikatte dâva nerede? O padişahın önünde dâva da fanidir, âşık da!
  • مات زید زید اگر فاعل بود ** لیک فاعل نیست کو عاطل بود
  • Zeyd öldü desek bu cümlede Zeyd faildir ama hakikatte fail değildir, elinden bir şey gelmez ki!
  • او ز روی لفظ نحوی فاعلست ** ورنه او مفعول و موتش قاتلست
  • Nahiv bakımından faildir… Yoksa hakikatte mefuldür, ölüm onu öldürüverir.
  • فاعل چه کو چنان مقهور شد ** فاعلیها جمله از وی دور شد 3685
  • Nerede Zeyd’in failliği? Öyle mahvolur ki bütün faillikler, ondan uzak kalır.
  • قصه وکیل صدر جهان کی متهم شد و از بخارا گریخت از بیم جان باز عشقش کشید رو کشان کی کار جان سهل باشد عاشقان را
  • Sadr-ı Cihan’ın vekilinin bir töhmet altına alınarak can korkusuyla Buhara’dan kaçması, Sadr-ı Cihan’a âşık olduğundan tekrar ters yüzüne geri dönmesi, âşıklar için can vermek kolaydır
  • در بخارا بنده‌ی صدر جهان ** متهم شد گشت از صدرش نهان
  • Buhara’da Sadr-ı Cihan’ın kulu bir töhmete uğradı, mevkiinde düştü, gizlenmeye mecbur oldu.
  • مدت ده سال سرگردان بگشت ** گه خراسان گه کهستان گاه دشت
  • On yıl gâh Horasan’da, gâh Kuhistan ve gâh Deşt’te başıboş bir halde gezip dolaştı.
  • از پس ده سال او از اشتیاق ** گشت بی‌طاقت ز ایام فراق
  • On yıl sonra iştiyaktan takati kalmadı, ayrılık günleri sabrını tüketti.
  • گفت تاب فرقتم زین پس نماند ** صبر کی داند خلاعت را نشاند
  • Dedi ki artık ayrılığa tahammülüm kalmadı. Sabır, insanı küstahlıktan alıkoyabilir mi hiç?
  • از فراق این خاکها شوره بود ** آب زرد و گنده و تیره شود 3690
  • Ayrılık yüzünden bu topraklar bile çoraklaşır… Sular bile sararır, kokar, bulanır!
  • باد جان‌افزا وخم گردد وبا ** آتشی خاکستری گردد هبا
  • Adamın canına can katan rüzgâr, ufunetli bir hale gelir, veba kesilir… Ateş kül haline gelir, savrulur!
  • باغ چون جنت شود دار المرض ** زرد و ریزان برگ او اندر حرض
  • Cennet gibi olan bağlar, bahçeler sararır solar, yapraklar kurur, dökülür… Bir hastalık yurdu olur!