English    Türkçe    فارسی   

3
403-427

  • کای خدا افغان ازین گرگ کهن ** گویدش نک وقت آمد صبر کن
  • “ arabbi, bu kocamış kurttan elâman.” Allah da ona “Sabret, işte vakit geldi.
  • داد تو وا خواهم از هر بی‌خبر ** داد کی دهد جز خدای دادگر
  • Haberi olmayan her kişiden öcünü alacağım” der. Feryada erişen Allah’tan başka kim feryada erişir ki.
  • او همی‌گوید که صبرم شد فنا ** در فراق روی تو یا ربنا 405
  • O “Yarabbi, yüzünün ayrılığından sabrım bitti.
  • احمدم در مانده در دست یهود ** صالحم افتاده در حبس ثمود
  • Yahudiler elinde âciz kalmış Ahmed’im Semud kavminin hepsine düşmüş Salih’im.
  • ای سعادت‌بخش جان انبیا ** یا بکش یا باز خوانم یا بیا
  • Ey Peygamberlerin canlarına kutluluk bağışlayan. Ya beni öldür, ya kendine çağır yahut da sen gel!
  • با فراقت کافران را نیست تاب ** می‌گود یا لیتنی کنت تراب
  • حال او اینست کو خود زان سوست ** چون بود بی تو کسی کان توست
  • Kâfirlere bile ayrılığına tahammül yok… Onların bile her birisi, keşke toprak olsaydım, der.
  • حق همی‌گوید که آری ای نزه ** لیک بشنو صبر آر و صبر به 410
  • “Kâfirin bile hâli böyle olursa senin ülkenden olanın hâli, sensiz ne olur?” der.
  • صبح نزدیکست خامش کم خروش ** من همی‌کوشم پی تو تو مکوش
  • Sabah yaklaştı, sus, çok coşma. Ben senin için çalışıp duruyorum, sen çalışma!”
  • بقیه‌ی داستان رفتن خواجه به دعوت روستایی سوی ده
  • Şehirlinin, köylünün daveti üzerine köye gitmesi
  • شد ز حد هین باز گرد ای یار گرد ** روستایی خواجه را بین خانه برد
  • Ey yiğit arkadaş, dön… Bu söz hadden aştı. Köylü, şehirliyi evine nasıl götürdü, onu söyle.
  • قصه‌ی اهل سبا یک گوشه نه ** آن بگو کان خواجه چون آمد به ده
  • Seba’lıların hikâyesi bir tarafta kalsın, daha iyi. Sen şehirlinin köye gelişini anlat.
  • روستایی در تملق شیوه کرد ** تا که حزم خواجه را کالیوه کرد
  • Köylü, yaltaklandıkça, yaltaklandı. Nihayet şehirlinin reyi, tedbiri elden gitti, şaşırdı, ahmaklaştı.
  • از پیام اندر پیام او خیره شد ** تا زلال حزم خواجه تیره شد 415
  • Köylünün haber üstüne haber salması, nihayet şehirlinin duru suyunu bulandırdı.
  • هم ازینجا کودکانش در پسند ** نرتع و نلعب بشادی می‌زدند
  • Bir taraftan da çocukları neşeyle “Baba, gezer oynarız, ne olur?” demeye başladılar.
  • همچو یوسف کش ز تقدیر عجب ** نرتع و نلعب ببرد از ظل آب
  • Yusuf gibi. Onu da “Gezer oynarız” sözü tuhaf bir takdir neticesi babasın gölgesinden ayırdı.
  • آن نه بازی بلک جانبازیست آن ** حیله و مکر و دغاسازیست آن
  • O oyun değil, canlı oynayış… Hile, düzen, hainlik.
  • هرچه از یارت جدا اندازد آن ** مشنو آن را کان زیان دارد زیان
  • Seni dostundan ayıran sözü dinleme sözde ziyan vardır, ziyan!
  • گر بود آن سود صد در صد مگیر ** بهر زر مگسل ز گنجور ای فقیر 420
  • Hatta o sözde sad edenler sad vefkının faydası bile olsa aldırış etme. Altın için hazineyi bırakma yoksul!
  • این شنو که چند یزدان زجر کرد ** گفت اصحاب نبی را گرم و سرد
  • Şunu dinle, Allah, Peygamber’in eshabına iyi, kötü nice şeyler söyleyip kaç kere hitabetti.
  • زانک بر بانگ دهل در سال تنگ ** جمعه را کردند باطل بی درنگ
  • Çünkü kıtlık yılında davul sesini duyunca Cuma namazını hemencecik bırakıverdiler.
  • تا نباید دیگران ارزان خرند ** زان جلب صرفه ز ما ایشان برند
  • Başkaları daha ucuza almasınlar, o alışverişle bizim kârımızı onlar elde etmesinler dediler.
  • ماند پیغامبر بخلوت در نماز ** با دو سه درویش ثابت پر نیاز
  • Peygamber, namazda kendini tamamıyla niyaza vermiş iki üç yoksulla kalakaldı.
  • گفت طبل و لهو و بازرگانیی ** چونتان ببرید از ربانیی 425
  • Allah; “Davul sesi, abes işler ve alışveriş, Allah Rasülünden sizi nasıl ayırdı?
  • قد فضضتم نحو قمح هائما ** ثم خلیتم نبیا قائما
  • Şaşkın bir halde buğdaya doğru dağılıverdiniz de Peygamber’i atakta yalnız bıraktınız.
  • بهر گندم تخم باطل کاشتید ** و آن رسول حق را بگذاشتید
  • Buğday için olmayacak tohumlar ektiniz, o Hak Resulünü terk ettiniz.