-
حق همیگوید که آری ای نزه ** لیک بشنو صبر آر و صبر به 410
- “Kâfirin bile hâli böyle olursa senin ülkenden olanın hâli, sensiz ne olur?” der.
-
صبح نزدیکست خامش کم خروش ** من همیکوشم پی تو تو مکوش
- Sabah yaklaştı, sus, çok coşma. Ben senin için çalışıp duruyorum, sen çalışma!”
-
بقیهی داستان رفتن خواجه به دعوت روستایی سوی ده
- Şehirlinin, köylünün daveti üzerine köye gitmesi
-
شد ز حد هین باز گرد ای یار گرد ** روستایی خواجه را بین خانه برد
- Ey yiğit arkadaş, dön… Bu söz hadden aştı. Köylü, şehirliyi evine nasıl götürdü, onu söyle.
-
قصهی اهل سبا یک گوشه نه ** آن بگو کان خواجه چون آمد به ده
- Seba’lıların hikâyesi bir tarafta kalsın, daha iyi. Sen şehirlinin köye gelişini anlat.
-
روستایی در تملق شیوه کرد ** تا که حزم خواجه را کالیوه کرد
- Köylü, yaltaklandıkça, yaltaklandı. Nihayet şehirlinin reyi, tedbiri elden gitti, şaşırdı, ahmaklaştı.
-
از پیام اندر پیام او خیره شد ** تا زلال حزم خواجه تیره شد 415
- Köylünün haber üstüne haber salması, nihayet şehirlinin duru suyunu bulandırdı.
-
هم ازینجا کودکانش در پسند ** نرتع و نلعب بشادی میزدند
- Bir taraftan da çocukları neşeyle “Baba, gezer oynarız, ne olur?” demeye başladılar.
-
همچو یوسف کش ز تقدیر عجب ** نرتع و نلعب ببرد از ظل آب
- Yusuf gibi. Onu da “Gezer oynarız” sözü tuhaf bir takdir neticesi babasın gölgesinden ayırdı.
-
آن نه بازی بلک جانبازیست آن ** حیله و مکر و دغاسازیست آن
- O oyun değil, canlı oynayış… Hile, düzen, hainlik.
-
هرچه از یارت جدا اندازد آن ** مشنو آن را کان زیان دارد زیان
- Seni dostundan ayıran sözü dinleme sözde ziyan vardır, ziyan!
-
گر بود آن سود صد در صد مگیر ** بهر زر مگسل ز گنجور ای فقیر 420
- Hatta o sözde sad edenler sad vefkının faydası bile olsa aldırış etme. Altın için hazineyi bırakma yoksul!
-
این شنو که چند یزدان زجر کرد ** گفت اصحاب نبی را گرم و سرد
- Şunu dinle, Allah, Peygamber’in eshabına iyi, kötü nice şeyler söyleyip kaç kere hitabetti.
-
زانک بر بانگ دهل در سال تنگ ** جمعه را کردند باطل بی درنگ
- Çünkü kıtlık yılında davul sesini duyunca Cuma namazını hemencecik bırakıverdiler.
-
تا نباید دیگران ارزان خرند ** زان جلب صرفه ز ما ایشان برند
- Başkaları daha ucuza almasınlar, o alışverişle bizim kârımızı onlar elde etmesinler dediler.
-
ماند پیغامبر بخلوت در نماز ** با دو سه درویش ثابت پر نیاز
- Peygamber, namazda kendini tamamıyla niyaza vermiş iki üç yoksulla kalakaldı.
-
گفت طبل و لهو و بازرگانیی ** چونتان ببرید از ربانیی 425
- Allah; “Davul sesi, abes işler ve alışveriş, Allah Rasülünden sizi nasıl ayırdı?
-
قد فضضتم نحو قمح هائما ** ثم خلیتم نبیا قائما
- Şaşkın bir halde buğdaya doğru dağılıverdiniz de Peygamber’i atakta yalnız bıraktınız.
-
بهر گندم تخم باطل کاشتید ** و آن رسول حق را بگذاشتید
- Buğday için olmayacak tohumlar ektiniz, o Hak Resulünü terk ettiniz.
-
صحبت او خیر من لهوست و مال ** بین کرا بگذاشتی چشمی بمال
- Onun sohbeti oyundan da hayırlıdır, maldan da. Hele bir gör, kimi bıraktın. Gözünü ov da bak!
-
خود نشد حرص شما را این یقین ** که منم رزاق و خیر الرازقین
- Hırsınızın yüzünden şunu yakînen bilmediniz mi ki rızık verici benim, rızık verenlerin hayırlısı benim.
-
آنک گندم را ز خود روزی دهد ** کی توکلهات را ضایع نهد 430
- Buğdaya güneşle rızık veren Allah, senin ona dayanmanı nasıl olur da zayi eder?
-
از پی گندم جدا گشتی از آن ** که فرستادست گندم ز آسمان
- Buğday için, gökyüzünden buğday gönderenden ayrıldın ha!
-
دعوت باز بطان را از آب به صحرا
- Doğanın kazları ovaya çağırması
-
باز گوید بط را کز آب خیز ** تا ببینی دشتها را قندریز
- Doğan, Kaza “Sudan çık da şekerler akan ovaları bir gör” dedi.
-
بط عاقل گویدش ای باز دور ** آب ما را حصن و امنست و سرور
- Akıllı kaz dedi ki: “Ey sudan uzakta kalmış doğan, su bizim kalemizdir, huzurumuzdur, neşemizdir.”
-
دیو چون باز آمد ای بطان شتاب ** هین به بیرون کم روید از حصن آب
- Şeytan da doğan gibidir. Kazlar, koşun, kendinize gelin, su kalesinden dışarıya az çıkın.