-
آن نه بازی بلک جانبازیست آن ** حیله و مکر و دغاسازیست آن
- O oyun değil, canlı oynayış… Hile, düzen, hainlik.
-
هرچه از یارت جدا اندازد آن ** مشنو آن را کان زیان دارد زیان
- Seni dostundan ayıran sözü dinleme sözde ziyan vardır, ziyan!
-
گر بود آن سود صد در صد مگیر ** بهر زر مگسل ز گنجور ای فقیر 420
- Hatta o sözde sad edenler sad vefkının faydası bile olsa aldırış etme. Altın için hazineyi bırakma yoksul!
-
این شنو که چند یزدان زجر کرد ** گفت اصحاب نبی را گرم و سرد
- Şunu dinle, Allah, Peygamber’in eshabına iyi, kötü nice şeyler söyleyip kaç kere hitabetti.
-
زانک بر بانگ دهل در سال تنگ ** جمعه را کردند باطل بی درنگ
- Çünkü kıtlık yılında davul sesini duyunca Cuma namazını hemencecik bırakıverdiler.
-
تا نباید دیگران ارزان خرند ** زان جلب صرفه ز ما ایشان برند
- Başkaları daha ucuza almasınlar, o alışverişle bizim kârımızı onlar elde etmesinler dediler.
-
ماند پیغامبر بخلوت در نماز ** با دو سه درویش ثابت پر نیاز
- Peygamber, namazda kendini tamamıyla niyaza vermiş iki üç yoksulla kalakaldı.
-
گفت طبل و لهو و بازرگانیی ** چونتان ببرید از ربانیی 425
- Allah; “Davul sesi, abes işler ve alışveriş, Allah Rasülünden sizi nasıl ayırdı?
-
قد فضضتم نحو قمح هائما ** ثم خلیتم نبیا قائما
- Şaşkın bir halde buğdaya doğru dağılıverdiniz de Peygamber’i atakta yalnız bıraktınız.
-
بهر گندم تخم باطل کاشتید ** و آن رسول حق را بگذاشتید
- Buğday için olmayacak tohumlar ektiniz, o Hak Resulünü terk ettiniz.
-
صحبت او خیر من لهوست و مال ** بین کرا بگذاشتی چشمی بمال
- Onun sohbeti oyundan da hayırlıdır, maldan da. Hele bir gör, kimi bıraktın. Gözünü ov da bak!
-
خود نشد حرص شما را این یقین ** که منم رزاق و خیر الرازقین
- Hırsınızın yüzünden şunu yakînen bilmediniz mi ki rızık verici benim, rızık verenlerin hayırlısı benim.
-
آنک گندم را ز خود روزی دهد ** کی توکلهات را ضایع نهد 430
- Buğdaya güneşle rızık veren Allah, senin ona dayanmanı nasıl olur da zayi eder?
-
از پی گندم جدا گشتی از آن ** که فرستادست گندم ز آسمان
- Buğday için, gökyüzünden buğday gönderenden ayrıldın ha!
-
دعوت باز بطان را از آب به صحرا
- Doğanın kazları ovaya çağırması
-
باز گوید بط را کز آب خیز ** تا ببینی دشتها را قندریز
- Doğan, Kaza “Sudan çık da şekerler akan ovaları bir gör” dedi.
-
بط عاقل گویدش ای باز دور ** آب ما را حصن و امنست و سرور
- Akıllı kaz dedi ki: “Ey sudan uzakta kalmış doğan, su bizim kalemizdir, huzurumuzdur, neşemizdir.”
-
دیو چون باز آمد ای بطان شتاب ** هین به بیرون کم روید از حصن آب
- Şeytan da doğan gibidir. Kazlar, koşun, kendinize gelin, su kalesinden dışarıya az çıkın.
-
باز را گویند رو رو باز گرد ** از سر ما دست دار ای پایمرد 435
- Doğana deyin ki: “Haydi yürü yürü, dön geri. Ey aşağılık adam, başımızdan el çek.
-
ما بری از دعوتت دعوت ترا ** ما ننوشیم این دم تو کافرا
- Biz senin davetinden uzağız, bu davet senin olsun. Biz senin şu nefesini içmeyiz bile a kâfir!
-
حصن ما را قند و قندستان ترا ** من نخواهم هدیهات بستان ترا
- Kale bizim olsun, şekerle şeker yurdu senin. Bize senin hediyenin lüzumu yok, al, senin olsun!
-
چونک جان باشد نیاید لوت کم ** چونک لشکر هست کم ناید علم
- Can oldu mu gıda eksik gelmez elbet. Asker var mı, bayrak elbette bulunur!
-
خواجهی حازم بسی عذر آورید ** بس بهانه کرد با دیو مرید
- Tedbirli şehirli, birçok özürler getirdi, o merdut ifrite nice bahaneler serdetti.
-
گفت این دم کارها دارم مهم ** گر بیایم آن نگردد منتظم 440
- “Şimdi mühim işlerim var. Gelirsem onlar yüzüstü kalır. Düzene girmez.
-
شاه کار نازکم فرموده است ** ز انتظارم شاه شب نغنوده است
- Padişah bana mühim ve nazik bir iş buyurdu, geceleri bile uyumuyor, benim bu işi başarmamı bekliyor.
-
من نیارم ترک امر شاه کرد ** من نتانم شد بر شه رویزرد
- Padişahın emrinden dışarı çıkamam, huzurunda yüzü kara olamam.