-
پس چرا پنهان شود کهجو بود ** کو ز صد دریا و که زان سو بود
- Onla, halka nazaran yüzlerce denizden yüzlerce dağdan ötedeyken neden dağlara giderler de gizlenirler?
-
حاجتش نبود به سوی که گریخت ** کز پیش کرهی فلک صد نعل ریخت
- Velinin dağa kaçmaya ihtiyacı yoktur ki… Gök tayı bile onun ardından koşar, ayağından yüzlerce nal sökülür, düşer de yine de izine yetişemez!
-
چرخ گردید و ندید او گرد جان ** تعزیتجامه بپوشید آسمان
- Gökyüzü bile döndü dolaştı da o canın tozuna erişemedi… Bu yüzden de yaslandı, gök elbiselere büründü!
-
گر به ظاهر آن پری پنهان بود ** آدمی پنهانتر از پریان بود 4255
- Hani zahiren peri gözden gizlidir ya… İnsan, perilerden daha gizlidir.
-
نزد عاقل زان پری که مضمرست ** آدمی صد بار خود پنهانترست
- Akıllıya göre insan, gizli olan periye nazaran yüz kat daha gizli!
-
آدمی نزدیک عاقل چون خفیست ** چون بود آدم که در غیب او صفیست
- Akıllıya nazaran insan bu kadar gizli olunca gayb âlemindeki seçilmiş insan nasıl olur?
-
تشبیه صورت اولیا و صورت کلام اولیا به صورت عصای موسی و صورت افسون عیسی علیهما السلام
- Velîlerle velilerin sözleri Musa’nın aşasıyla İsa’nın afsununa benzer
-
آدمی همچون عصای موسیاست ** آدمی همچون فسون عیسیاست
- İnsan, Musa’nın asasına benzer, İsa’nın afsunu gibidir.
-
در کف حق بهر داد و بهر زین ** قلب مومن هست بین اصبعین
- Müminin kalbi, adalet sahibi olan ve yardım dilenen Allah elindedir. Allah’ın iki parmağı arasındadır.
-
ظاهرش چوبی ولیکن پیش او ** کون یک لقمه چو بگشاید گلو 4260
- Asa, görünüşte bir sopadan ibarettir ama ağzını açtı mı bütün varlık, ona bir lokmadır.
-
تو مبین ز افسون عیسی حرف و صوت ** آن ببین کز وی گریزان گشت موت
- İsa’nın afsunundaki harfe, sese bakma. Ondan, ölüm bile kaçıyor, sen ona bak!
-
تو مبین ز افسونش آن لهجات پست ** آن نگر که مرده بر جست و نشست
- Afsunda ki o ehemmiyetsiz, o değersiz sözlere bakma, o afsunla ölünün sıçrayıp oturuşunu seyret.
-
تو مبین مر آن عصا را سهل یافت ** آن ببین که بحر خضرا را شکافت
- O sopayı ehemmiyetsiz görme… Yemyeşil denizi nasıl böldü, onu gör!
-
تو ز دوری دیدهای چتر سیاه ** یک قدم فا پیش نه بنگر سپاه
- Uzaktasın da yalnız birer kara çadırdır görüyorsun… Bir adım ilerle de orduyu gör!
-
تو ز دوری مینبینی جز که گرد ** اندکی پیش آ ببین در گرد مرد 4265
- Uzak olduğundan yalnız bir toz dumandır görüyorum ama birazcık yaklaş, ileri var da topun içindeki adama bak!
-
دیدهها را گرد او روشن کند ** کوهها را مردی او بر کند
- Onun tozu, gözleri aydın eder… Onun erliği, dağları yerinden söker!
-
چون بر آمد موسی از اقصای دشت ** کوه طور از مقدمش رقاص گشت
- Musa, çölün bir ucundan kalkıp gelince Tur dağı, onun gelişinden neşelendi, rakkas kesildi!
-
تفسیر یا جبال اوبی معه والطیر
- “Ey dağlar, Davud’la beraber okuyun dedik; kuşları da ona teshir ettik” ayetinin tefsiri
-
روی داود از فرش تابان شده ** کوهها اندر پیش نالان شده
- Davud’un yüzü Allah nuruyla parladı… Dağlar, onunla beraber feryada geldiler.
-
کوه با داود گشته همرهی ** هردو مطرب مست در عشق شهی
- Dağ Davud’a yoldaş oldu… Her iki çalgıcıda bir padişahın aşkıyla sarhoş oldu!
-
یا جبال اوبی امر آمده ** هر دو همآواز و همپرده شده 4270
- “Dağlar Davud’un sesine ses verin, onunla beraber ırlayın” diye emir geldi. Dağla Davud… İkisi de bir sesle seslendi, bir perdeden okudu.
-
گفت داودا تو هجرت دیدهای ** بهر من از همدمان ببریدهای
- Allah dedi ki: “Ey Davud, sen yerinden, yurdundan ayrıldın… Benim için hemdemlerinden cüda düştün.
-
ای غریب فرد بی مونس شده ** آتش شوق از دلت شعله زده
- Ey garip olmuş, tek ve muinsiz kalmış olan Davud, iştiyak ateşi, gönlünden şule vermekte.
-
مطربان خواهی و قوال و ندیم ** کوهها را پیشت آرد آن قدیم
- Çalgıcılar, hanendeler, arkadaşlar istersin. O Kadîm Allah dağları senin huzuruna getirir.
-
مطرب و قوال و سرنایی کند ** که به پیشت بادپیمایی کند
- Dağlar, sana çalgı çalarlar, şarkı okurlar, zurnacılık ederler. Hepsi de huzurunda yel gibi ses çıkarır, sesine ses verirler.”
-
تا بدانی ناله چون که را رواست ** بی لب و دندان ولی را نالههاست 4275
- Dudağı, dişi yokken dağın ses vermesi, feryat etmesi caiz oluyor ya… Bil ki velinin de ağızsız, dudaksız sözleri, feryatları var!
-
نغمهی اجزای آن صافیجسد ** هر دمی در گوش حسش میرسد
- O her şeyden arınmış mescidin cüzülerinden her an nağmeler çıkar. O nağmelerde her an, velinin can kulağına ulaşır.