ریخت چند این زر که ترسید آن پسر ** تا نگیرد زر ز پری راه در4355
Öyle altın döküldü ki oğlancağız, kapının bile kapanıp açılmayacağından korktu.
بعد از آن برخاست آن شیر عتید ** تا سحرگه زر به بیرون میکشید
Ondan sonra o kuvvetli aslan kalktı, ta seher çağına kadar altını dışarıya taşımakla uğraştı.
دفن میکرد و همی آمد بزر ** با جوال و توبره بار دگر
Altınları gömmekte, sonra yine gelip çuvallara, torbalara doldurarak dışarıya götürmekteydi.
گنجها بنهاد آن جانباز از آن ** کوری ترسانی واپس خزان
O canıyla oynayan er, gerisin geriye çekilip kaçan korkakların rağmine definelerine sahip oldu.
این زر ظاهر بخاطر آمدست ** در دل هر کور دور زرپرست
Her kör ve hakikatten uzak kalmış altına tapan kişinin hatırına bu hikâyeyi duyunca derhal zahiri altın gelir.
کودکان اسفالها را بشکنند ** نام زر بنهند و در دامن کنند4360
Çocuklar saksıları kırar, o kırık parçalara altın adını takar eteklerine koyarlar.
اندر آن بازی چو گویی نام زر ** آن کند در خاطر کودک گذر
Oyun oynarken o parçalara altın adını taktın ya… Artık ne vakit altın desen çocuğun aklına saksı kırıkları gelir.
بل زر مضروب ضرب ایزدی ** کو نگردد کاسد آمد سرمدی
Fakat erlerin kastettikleri altın ne o altındır, ne bu altın. Onlar üstüne, Allah’ın adı basılmış hakikî altını kastederler. O altın, ne kesada uğrar, ne ziyana… Ebedî ve daimîdir.
آن زری کین زر از آن زر تاب یافت ** گوهر و تابندگی و آب یافت
O altın, öyle bir altındır ki bu zahirî altın, parlaklığını ondan almış, kadir ve kıymeti ondan bulmuştur.
آن زری که دل ازو گردد غنی ** غالب آید بر قمر در روشنی
Gönül, o altından ganileşir… Parlaklık ve aydınlıkta aydan bile üstündür.
شمع بود آن مسجد و پروانه او ** خویشتن در باخت آن پروانهخو4365
O mescit, bir mumdu, adamda pervane… O pervane huylu, âdeta canıyla oynamaktaydı.
پر بسوخت او را ولیکن ساختش ** بس مبارک آمد آن انداختش
Ateş, kanadını yaktı ama daha güzel kanat ihsan etti. O ateşe atılma, âşıka pek kutlu geldi, pek!
همچو موسی بود آن مسعودبخت ** کاتشی دید او به سوی آن درخت
O bahtı kutlu, Musa’ya benziyordu. Ağacın civarında bir ateştir, görmüştü.
چون عنایتها برو موفور بود ** نار میپنداشت و خود آن نور بود
Allah, ona birçok inayetlerde bulunmuştu… O, gördüğünü ateş sanıyordu ama nurdu.
مرد حق را چون ببینی ای پسر ** تو گمان داری برو نار بشر
Oğul, sen de Allah erini görünce ondan insanlık ateşi var sanıyor, onu insan görüyorsun.
تو ز خود میآیی و آن در تو است ** نار و خار ظن باطل این سو است4370
Sen, onu kendiliğinden insan görüyorsun, hâlbuki o sıfat sende… bâtıl zannın ateşi de bu tarafta, dikeni de!
او درخت موسی است و پر ضیا ** نور خوان نارش مخوان باری بیا
O, Musa’nın ağacıdır; o, ışıklarla dopdoludur. Bir kerecik olsun ona ateş deme de nur de!
نه فطام این جهان ناری نمود ** سالکان رفتند و آن خود نور بود
Bu dünyadan vazgeçmek de ateş görünmedi mi? Fakat salikler o makama gittiler, bu âlemi terk ettiler de anladılar ki nurdan ibaretmiş!
پس بدان که شمع دین بر میشود ** این نه همچون شمع آتشها بود
Bil ki din mumu yücedir, ateşten ibaret olan mumlara benzemez.
این نماید نور و سوزد یار را ** و آن بصورت نار و گل زوار را
Bu zahirî mum nur görünür, fakat sevgiliyi yakar… Din mumuysa sureta ateş görünür, fakat ziyaretçilere gül kesilir!
این چو سازنده ولی سوزندهای ** و آن گه وصلت دل افروزندهای4375
Bu zahirî mum çok işler bitirir, fakat hakikatte adamı yakar. Din mumuysa vuslat zamanı gönül aydınlatır.
شکل شعلهی نور پاک سازوار ** حاضران را نور و دوران را چو نار
Allah’a lâyık olan pak nurun şulesi, ona ulaşanlara nur görünür ama ondan uzak kalanlara ateş gibidir.
ملاقات آن عاشق با صدر جهان
O âşığın Sadr-ı Cihan’la buluşması
آن بخاری نیز خود بر شمع زد ** گشته بود از عشقش آسان آن کبد
O Buhara’lı âşık da kendisini muma atmıştı. O zahmet, aşkı yüzünden kendine kolay gelmekteydi.
آه سوزانش سوی گردون شده ** در دل صدر جهان مهر آمده
Her şeyi yakıp yandıran ahı, göklere yüceliyordu. Sadr-ı Cihan’ın gönlüne merhamet gelmişti.
گفته با خود در سحرگه کای احد ** حال آن آوارهی ما چون بود
O bir suç işledi, biz de o suçu gördük. Fakat “Ey Allah, acaba o avaremizin hali nasıl?