-
گفت الا یعلم هواک من خلق ** ان فی نجواک صدقا ام ملق
- Allah, “Seni yaratan, düşünceni, gizli konuşuşunda, fısıltısında doğruluk mu var, hile mi… bunu hiç bilmez mi?” buyurdu.
-
گفت یغفل عن ظعین قد غدا ** من یعاین این مثواه غدا 480
- Sabahleyin yola çıkanı gözüyle gören, ertesi gün nereye konacak, bundan sonra nasıl gâfil olur?
-
اینما قد هبطا او صعدا ** قد تولاه و احصی عددا
- Yüzünü nereye döndürdüğünü, sayısını, yolunu, yordamını, ineceği, çıkacağı yeri nasıl bilmez?
-
گوش را اکنون ز غفلت پاک کن ** استماع هجر آن غمناک کن
- Şimdi sen de kulağını gafletten temizle de o dertlinin ayrılık derdini dinle.
-
آن زکاتی دان که غمگین را دهی ** گوش را چون پیش دستانش نهی
- Onun derdine kulak astın, elemlerini dinledin mi bil ki bu, o dertliye verdiğin bir zekâttır.
-
بشنوی غمهای رنجوران دل ** فاقهی جان شریف از آب و گل
- Gönül hastalarının dertlerini dinler, yüce canın su ve toprak ihtiyacını anlarsan, bu bir zekâttır.
-
خانهی پر دود دارد پر فنی ** مر ورا بگشا ز اصغا روزنی 485
- Dertli adamın tereddütle dolu, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.
-
گوش تو او را چو راه دم شود ** دود تلخ از خانهی او کم شود
- Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu oldu mu gönül yurdunda o acı duman azalır.
-
غمگساری کن تو با ما ای روی ** گر به سوی رب اعلی میروی
- Yolcu, eğer yüce Allah’a gidiyorsa bize dertdaş ol, derdimize çare bul.
-
این تردد حبس و زندانی بود ** که بنگذارد که جان سویی رود
- Bu tereddüt, bir hapistir, bir zindandır. Canın bir tarafa gitmesine müsaade etmez ki.
-
این بدین سو آن بدان سو میکشد ** هر یکی گویا منم راه رشد
- Bu şu tarafa çeker, o bu tarafa. Her biri, doğru yol benim der.
-
این تردد عقبهی راه حقست ** ای خنک آن را که پایش مطلقست 490
- Bu tereddüt, Allah yolunun tuzağı, sarp yeridir. Ne mutlu ayağı çözük kişiye.
-
بیتردد میرود در راه راست ** ره نمیدانی بجو گامش کجاست
- O, doğru yolda tereddütsüz gider. Eğer yol bilmiyorsan öyle bir hür adamın adımı nerede? Onu ara!
-
گام آهو را بگیر و رو معاف ** تا رسی از گام آهو تا بناف
- Ceylânın izini izle, her şeyden kurtulmuş bir halde yola düş de onun izini izleye, izleye nihayet miske erişesin.
-
زین روش بر اوج انور میروی ** ای برادر گر بر آذر میروی
- Bu çeşit yürüyüşle zahiren ateşe bile girsen yine apaydın yücelere kadar varırsın.
-
نه ز دریا ترس نه از موج و کف ** چون شنیدی تو خطاب لا تخف
- Mademki “Korkma” hitabını duydun, ne denizden korkun var ne dalgadan, ne köpükten!
-
لا تخف دان چونک خوفت داد حق ** نان فرستد چون فرستادت طبق 495
- Allah, sana Hak korkusunu verdi mi bunu “Korkma” hitabı say. Sana tabak yolladı mı ekmek de yollayacak demektir.
-
خوف آن کس راست کو را خوف نیست ** غصهی آن کس را کش اینجا طوف نیست
- Korku, korkusu olmayan adamındır. Dert, burada dönüp dolaşmayan kimsenindir.
-
روان شدن خواجه به سوی ده
- Şehirlinin köye gitmesi
-
خواجه در کار آمد و تجهیز ساخت ** مرغ عزمش سوی ده اشتاب تاخت
- Şehirli, işe koyuldu, hazırlığını tamamladı, azim kuşu köye doğru koşmaya, uçmağa başladı.
-
اهل و فرزندان سفر را ساختند ** رخت را بر گاو عزم انداختند
- Ehli, çoluğu, çocuğu da yol hazırlığını görüp eşyalarını azim öküzüne yüklediler.
-
شادمانان و شتابان سوی ده ** که بری خوردیم از ده مژده ده
- Neşeli bir halde koşa koşa yola düştüler. “Köyden istifadeler edeceğiz, bize köyden müjde ver, müjde!” diye diye köye doğru yöneldiler.
-
مقصد ما را چراگاه خوشست ** یار ما آنجا کریم و دلکشست 500
- “Gittiğimiz yer güzel bir çayırlık, çimenlik. Orada da sevdiğimiz kerem sahibi bir dostumuz var.
-
با هزاران آرزومان خوانده است ** بهر ما غرس کرم بنشانده است
- Bizi binlerce istekle çağırdı. Bizim için ihsan ağacını dikti.
-
ما ذخیرهی ده زمستان دراز ** از بر او سوی شهر آریم باز
- Uzun kışın azığını köyden tedarik edip şehre getiririz gayri.
-
بلک باغ ایثار راه ما کند ** در میان جان خودمان جا کند
- Hatta dostumuz, bağını bile bize bağışlar. Bize canında yer verir.