- 
		    آن زکاتی دان که غمگین را دهی ** گوش را چون پیش دستانش نهی
 
		    - Onun derdine kulak astın, elemlerini dinledin mi bil ki bu, o dertliye verdiğin bir zekâttır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بشنوی غمهای رنجوران دل ** فاقهی جان شریف از آب و گل
 
		    - Gönül hastalarının dertlerini dinler, yüce canın su ve toprak ihtiyacını anlarsan, bu bir zekâttır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   خانهی پر دود دارد پر فنی ** مر ورا بگشا ز اصغا روزنی   485
 
		    - Dertli adamın tereddütle dolu, dumanlarla dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گوش تو او را چو راه دم شود ** دود تلخ از خانهی او کم شود
 
		    - Senin bu dinleyişin ona bir nefes yolu oldu mu gönül yurdunda o acı duman azalır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    غمگساری کن تو با ما ای روی ** گر به سوی رب اعلی میروی
 
		    - Yolcu, eğer yüce Allah’a gidiyorsa bize dertdaş ol, derdimize çare bul.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    این تردد حبس و زندانی بود ** که بنگذارد که جان سویی رود
 
		    - Bu tereddüt, bir hapistir, bir zindandır. Canın bir tarafa gitmesine müsaade etmez ki.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    این بدین سو آن بدان سو میکشد ** هر یکی گویا منم راه رشد
 
		    - Bu şu tarafa çeker, o bu tarafa. Her biri, doğru yol benim der.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   این تردد عقبهی راه حقست ** ای خنک آن را که پایش مطلقست   490
 
		    - Bu tereddüt, Allah yolunun tuzağı, sarp yeridir. Ne mutlu ayağı çözük kişiye.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بیتردد میرود در راه راست ** ره نمیدانی بجو گامش کجاست
 
		    - O, doğru yolda tereddütsüz gider. Eğer yol bilmiyorsan öyle bir hür adamın adımı nerede? Onu ara!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    گام آهو را بگیر و رو معاف ** تا رسی از گام آهو تا بناف
 
		    - Ceylânın izini izle, her şeyden kurtulmuş bir halde yola düş de onun izini izleye, izleye nihayet miske erişesin.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    زین روش بر اوج انور میروی ** ای برادر گر بر آذر میروی
 
		    - Bu çeşit yürüyüşle zahiren ateşe bile girsen yine apaydın yücelere kadar varırsın.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    نه ز دریا ترس نه از موج و کف ** چون شنیدی تو خطاب لا تخف
 
		    - Mademki “Korkma” hitabını duydun, ne denizden korkun var ne dalgadan, ne köpükten!
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   لا تخف دان چونک خوفت داد حق ** نان فرستد چون فرستادت طبق   495
 
		    - Allah, sana Hak korkusunu verdi mi bunu “Korkma” hitabı say. Sana tabak yolladı mı ekmek de yollayacak demektir.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    خوف آن کس راست کو را خوف نیست ** غصهی آن کس را کش اینجا طوف نیست
 
		    - Korku, korkusu olmayan adamındır. Dert, burada dönüp dolaşmayan kimsenindir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
	      
	       
	      
		  
		  
	       
		  
		  - 
		  روان شدن خواجه به سوی ده
 
		  - Şehirlinin köye gitmesi
 
	        
	      
	       
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    خواجه در کار آمد و تجهیز ساخت ** مرغ عزمش سوی ده اشتاب تاخت
 
		    - Şehirli, işe koyuldu, hazırlığını tamamladı, azim kuşu köye doğru koşmaya, uçmağa başladı.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    اهل و فرزندان سفر را ساختند ** رخت را بر گاو عزم انداختند
 
		    - Ehli, çoluğu, çocuğu da yol hazırlığını görüp eşyalarını azim öküzüne yüklediler.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    شادمانان و شتابان سوی ده ** که بری خوردیم از ده مژده ده
 
		    - Neşeli bir halde koşa koşa yola düştüler. “Köyden istifadeler edeceğiz, bize köyden müjde ver, müjde!” diye diye köye doğru yöneldiler.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   مقصد ما را چراگاه خوشست ** یار ما آنجا کریم و دلکشست   500
 
		    - “Gittiğimiz yer güzel bir çayırlık, çimenlik. Orada da sevdiğimiz kerem sahibi bir dostumuz var.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    با هزاران آرزومان خوانده است ** بهر ما غرس کرم بنشانده است
 
		    - Bizi binlerce istekle çağırdı. Bizim için ihsan ağacını dikti.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    ما ذخیرهی ده زمستان دراز ** از بر او سوی شهر آریم باز
 
		    - Uzun kışın azığını köyden tedarik edip şehre getiririz gayri.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    بلک باغ ایثار راه ما کند ** در میان جان خودمان جا کند
 
		    - Hatta dostumuz, bağını bile bize bağışlar. Bize canında yer verir.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    عجلوا اصحابنا کی تربحوا ** عقل میگفت از درون لا تفرحوا
 
		    - Yoldaşlar, çabuk olun da istifadeler edelim” diyorlardı. Fakat akıl, içeriden içeri “Övünmeyin!”
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
	         
	         
		 
		    
		   - 
		   من رباح الله کونوا رابحین ** ان ربی لا یحب الفرحین   505
 
		    - Allah faydasıyla faydalanın. Şüphe yok, Rabbim, sevinen, öğünen kişileri sevmez.
 
		  
		 
	         
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    افرحوا هونا بما آتاکم ** کل آت مشغل الهاکم
 
		    - Allah’ın size ihsan ediverdiği şeylere sevinin, neşelenin. Sizi işgal eden şey, sizi Hak’tan alıkor aldatır.
 
		  
		 
		 
		 
	       
	       
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		 
	         
		 
		    
		    - 
		    شاد از وی شو مشو از غیر وی ** او بهارست و دگرها ماه دی
 
		    - Gamdan neşelenen, ondan başka bir şeyden neşelenme, sevinme. Dert ve gam bahardır, başka şeyler kış!