-
انس تو با شیر و با پستان نماند ** نفرت تو از دبیرستان نماند
- Sütle, memeyle olan ünsiyetin kalmadı. Mektepten nefret ederdin, o nefret de geldi geçti.
-
آن شعاعی بود بر دیوارشان ** جانب خورشید وا رفت آن نشان
- O ünsiyet, onların duvarına varan güneş ziyasından ibarettir. O akis güneşe gitti.
-
بر هر آن چیزی که افتد آن شعاع ** تو بر آن هم عاشق آیی ای شجاع
- Yiğidim, o ışık nereye düşerse sen ona âşık oluyorsun.
-
عشق تو بر هر چه آن موجود بود ** آن ز وصف حق زر اندود بود
- Her vara taallûk eden aşkın, Allah vasfından, meydana gelir, o şeyin yaldızından, o şeyin zahirî güzelliğinden değil.
-
چون زری با اصل رفت و مس بماند ** طبع سیر آمد طلاق او براند 555
- O şeyin altın yaldızı aslına gitti de bakırı kaldı mı insanın tabiatı doyar, onu boşlayıverir.
-
از زر اندود صفاتش پا بکش ** از جهالت قلب را کم گوی خوش
- Onun yaldızlı, zahirî sıfatlarından ayağını çek. Bilgisizlikle kalpa pek hoş deme.
-
کان خوشی در قلبها عاریتست ** زیر زینت مایهی بی زینتست
- Kalplardaki o hoşluk, o güzellik eğretidir. O süsün, püsün altında süssüzlük vardır.
-
زر ز روی قلب در کان میرود ** سوی آن کان رو تو هم کان میرود
- Kalpın üstündeki altın, madenine gider. Sen de onun gittiği madene git.
-
نور از دیوار تا خور میرود ** تو بدان خور رو که در خور میرود
- Duvardaki ışık güneşe varır. Sen de sana lâyık olan o güneşe git.
-
زین سپس پستان تو آب از آسمان ** چون ندیدی تو وفا در ناودان 560
- Ondan sonrada mademki oluktan vefa görmedin, suyu yağmurdan iste.
-
معدن دنبه نباشد دام گرگ ** کی شناسد معدن آن گرگ سترگ
- Kurdun tuzağı, kuyruk madeni değildir. O koca kurt, kuyruk madenini nereden tanıyıp bilecek?
-
زر گمان بردند بسته در گره ** میشتابیدند مغروران به ده
- O aldanmış kişilerde altını çıkınlamış sandılar da köye doğru koştular.
-
همچنین خندان و رقصان میشدند ** سوی آن دولاب چرخی میزدند
- Gülerek oynayarak o dolaba doğru çark ura ura yürüdüler.
-
چون همیدیدند مرغی میپرید ** جانب ده صبر جامه میدرید
- Köye doğru uçan bir kuş görseler sabırsızlıktan elbiselerini yırtıyorlar,
-
هر که میآمد ز ده از سوی او ** بوسه میدادند خوش بر روی او 565
- Köyden bir adam geliyor görseler yüzünü, gözünü öpüyorlar,
-
گر تو روی یار ما را دیدهای ** پس تو جان را جان و ما را دیدهای
- “Sen bizim dostumuzun yüzünü gördün. Sen, bizim canımızın canısın, bizim gözümüzsün sen” diyorlardı.
-
نواختن مجنون آن سگ را کی مقیم کوی لیلی بود
- Mecnun’un, Leylâ’nın civarında oturan bir köpeğe iltifatı
-
همچو مجنون کو سگی را مینواخت ** بوسهاش میداد و پیشش میگداخت
- Tıpkı Mecnun gibi. O da bir köpeği okşamakta, öpmekte, önünde yanıp erimekteydi.
-
گرد او میگشت خاضع در طواف ** هم جلاب شکرش میداد صاف
- Etrafında eğilip bükülerek onu ululayıp ağırlayarak dönüp dolaşıyor, ona sâf şeker şerbeti veriyordu.
-
بوالفضولی گفت ای مجنون خام ** این چه شیدست این که میآری مدام
- Bir herzevekil dedi: “A ham mecnun, bu yapıp durduğun şey ne delilik, ne sersemlik,
-
پوز سگ دایم پلیدی میخورد ** مقعد خود را بلب میاسترد 570
- Köpeğin ağzı daima pis şeyleri yer. Ardını bile diliyle temizler.”
-
عیبهای سگ بسی او بر شمرد ** عیبدان از غیبدان بویی نبرد
- Köpeğin ayıplarını bir hayli saydı döktü. Zaten ayıp gören gayp âleminin kokusunu bile alamaz.
-
گفت مجنون تو همه نقشی و تن ** اندر آ و بنگرش از چشم من
- Mecnun dedi ki. “Sen, baştanbaşa suretten, cisimden ibaretsin. Gel de benim gözümle bir bak!
-
کین طلسم بستهی مولیست این ** پاسبان کوچهی لیلیست این
- Bu köpek, bence Allah’ın bir çözülmez tılsımıdır. Bu köpek, Leylâ’nın mahallesinin bekçisi.
-
همنشین بین و دل و جان و شناخت ** کو کجا بگزید و مسکنگاه ساخت
- Himmetine bak, gönlüne, canına, irfanına dikkat et ki neresini seçmiş, neresini yurt edinmiş?
-
او سگ فرخرخ کهف منست ** بلک او همدرد و هملهف منست 575
- O benim mağaramın yüzü kutlu köpeği, hatta o benim dertdaşım, gamdaşım.