-
او همیدیدش همیکردش سلام ** که فلانم من مرا اینست نام
- Şehirli, köylüyü gördükçe selâm vermekte, “ Yahu, ben filan kişiyim, adım da şu” demekteydi.
-
گفت باشد من چه دانم تو کیی ** یا پلیدی یا قرین پاکیی
- Köylü ”Olabilir. Fakat sen kimsin, nesin, ben ne bileyim? Belki kötü bir adamsın, belki temiz bir adam.
-
گفت این دم با قیامت شد شبیه ** تا برادر شد یفر من اخیه
- Şehirli dedi ki: “Bu an, tam kıyamete benzedi: Kardeş, kardeşinden kaçmada!”
-
شرح میکردش که من آنم که تو ** لوتها خوردی ز خوان من دوتو
- Şehirli, köylüye “ Soframdan fazlasıyla yemek yemedin mi sen? Ben o adam değil miyim?
-
آن فلان روزت خریدم آن متاع ** کل سر جاوز الاثنین شاع 615
- Filan gün sana feşman şey almadım mıydı, seninle buluşup görüşmez miydik?
-
سر مهر ما شنیدستند خلق ** شرم دارد رو چو نعمت خورد حلق
- Halk, aramızda ki sevgiyi duymuş, işitmiştir. Boğaz, nimet yerse yüz utanır” diye anlatıp duruyor.
-
او همیگفتش چه گویی ترهات ** نه ترا دانم نه نام تو نه جات
- Köylü de “Saçma sapan ne söylenip duruyorsun ki? Ne seni tanıyorum, ne adını, ne yerini!” diyordu.
-
پنجمین شب ابر و بارانی گرفت ** کاسمان از بارشش دارد شگفت
- Beşinci gece gökyüzünü bulutlar kapladı, bir yağmur başladı ki gök bile bu yağışa şaşa kaldı.
-
چون رسید آن کارد اندر استخوان ** حلقه زد خواجه که مهتر را بخوان
- Artık bıçak kemiğe dayanınca şehirli “Ev sahibini çağırın” diye kapının halkasını döğmeye başladı.
-
چون بصد الحاح آمد سوی در ** گفت آخر چیست ای جان پدر 620
- Köylü, yüzlerce ısrardan sonra nihayet kapıya gelip “Babasının canı ne istersin, ne var” deyince
-
گفت من آن حقها بگذاشتم ** ترک کردم آنچ میپنداشتم
- Şehirli, dedi ki: “Bunca haktan vazgeçtim, bütün zanlarımı, düşüncelerimi terk ettim.
-
پنجساله رنج دیدم پنج روز ** جان مسکینم درین گرما و سوز
- Zavallı cancağızım, beş günde bu sıcakta yanıp şu soğukta donarak beş yıllık zahmet çekti.”
-
یک جفا از خویش و از یار و تبار ** در گرانی هست چون سیصد هزار
- Bildikten, dosttan, soydan gelen bir cefa, ağyarın üç yüz bin cefasına eşittir.
-
زانک دل ننهاد بر جور و جفاش ** جانش خوگر بود با لطف و وفاش
- Çünkü insan, eşin dostun cevrü cefada bulunacağını ummaz, tabiatı daima onun lütfuna, vefasına alışmıştır.
-
هرچه بر مردم بلا و شدتست ** این یقین دان کز خلاف عادتست 625
- İnsanların uğradıkları belâ ve mihnet, dikkat edersen anlarsın ki alışmadıkları şeylerden meydana gelir.
-
گفت ای خورشید مهرت در زوال ** گر تو خونم ریختی کردم حلال
- Şehirli: “Ey sevgi güneşi zevale erişen arkadaş, kanımı bile döksen helâl ederim.
-
امشب باران به ما ده گوشهای ** تا بیابی در قیامت توشهای
- Yalnız şu yağışlı gecede bize bir bucak ver de kıyametten sen de bunun ecrine nail ol” dedi.
-
گفت یک گوشهست آن باغبان ** هست اینجا گرگ را او پاسبان
- Köylü, “Orada bağcının sığındığı bir bucak var. Bağcı, o bucakta kurtları bekler.
-
در کفش تیر و کمان از بهر گرگ ** تا زند گر آید آن گرگ سترگ
- Kurt gelirse öldürmek için eline yayını, okunu alır, bekler durur.
-
گر تو آن خدمت کنی جا آن تست ** ورنه جای دیگری فرمای جست 630
- Sen de o zahmeti çekebilirsen ne âlâ, orası senin olsun. Fakat bu işi başaramazsan kendine başka bir yer ara” deyince,
-
گفت صد خدمت کنم تو جای ده ** آن کمان و تیر در کفم بنه
- Şehirli dedi ki: “Sana yüzlerce hizmette bulunayım, sen tek yer ver. O yayı, oku da ver elime.
-
من نخسپم حارسی رز کنم ** گر بر آرد گرگ سر تیرش زنم
- Ben uyumam, üzümleri beklerim. Kurt gelirse tam kellesinden vururum.
-
بهر حق مگذارم امشب ای دودل ** آب باران بر سر و در زیر گل
- İkiyüzlü münafık. Allah için olsun sen beni gece vakti yağmur altında, çamur üstünde bırakma da!”
-
گوشهای خالی شد و او با عیال ** رفت آنجا جای تنگ و بی مجال
- O bucak boşaltılınca şehirli, çoluk, çocuğuyla beraber o daracık, o dönüp kımıldamağa bile imkânsız yere gitti.
-
چون ملخ بر همدگر گشته سوار ** از نهیب سیل اندر کنج غار 635
- Selden, mağara bucağına sığınmış çekirgeler gibi âdeta birbirlerinin üstüne binmişlerdi.