-
قرب بر انواع باشد ای پدر ** میزند خورشید بر کهسار و زر 705
- Babacığım, yakınlık da çeşit, çeşittir. Güneş dağa da vurur, altına da!
-
لیک قربی هست با زر شید را ** که از آن آگه نباشد بید را
- Fakat güneşin altına bir yakınlığı var ki söğüdün bundan haberi bile yok!
-
شاخ خشک و تر قریب آفتاب ** آفتاب از هر دو کی دارد حجاب
- Kuru dal da güneşe yakındır, yaş dal da. Güneş hiç ikisinden de gizlenir mi ki?
-
لیک کو آن قربت شاخ طری ** که ثمار پخته از وی میخوری
- Fakat yaş taze dalın yakınlığı nerede? O daldan olgun meyveler devşirmede, olgun meyveler yemedesin.
-
شاخ خشک از قربت آن آفتاب ** غیر زوتر خشک گشتن گو بیاب
- Fakat bir de bak, kuru dal, güneşe yakınlığından kuruluktan başka ne bulabilir?
-
آنچنان مستی مباش ای بیخرد ** که به عقل آید پشیمانی خورد 710
- Akıllı, aklın başına gelince pişman olacak bir sarhoşluğa düşme.
-
بلک از آن مستان که چون می میخورند ** عقلهای پخته حسرت میبرند
- O sarhoşlardan ol ki onlar şarap içmeye koyuldular mı olgun akıllar bile onlara hasret çeker.
-
ای گرفته همچو گربه موش پیر ** گر از آن می شیرگیری شیر گیر
- Ey kedi gibi kocalmış fareyi tutan, o şaraptan içmiş onunla gıdalanmışsan aslan tut aslan!
-
ای بخورده از خیالی جام هیچ ** همچو مستان حقایق بر مپیچ
- Ey hayale kapılıp aslı olmayan kadehten hayal şarabı içen, hakikat sarhoşları gibi sarhoşluk etme, o tarafa sarkıntılıkta bulunma!
-
میفتی این سو و آن سو مستوار ** ای تو این سو نیستت زان سو گذار
- Sarhoş gibi şu yana, bu yana düşüp durmadasın ama sana bu tarafa yol yok, o tarafa yürü.
-
گر بدان سو راه یابی بعد از آن ** گه بدین سو گه بدان سو سر فشان 715
- O yana yol bulursan ondan sonra bazen bu tarafa salın, bazen o tarafta.
-
جمله این سویی از آن سو کپ مزن ** چون نداری مرگ هرزه جان مکن
- Tamamıyla bu tarafa mensupken o tarafta dem varma. Madem ölümün gelmemiş, yalan yere can çekişme.
-
آن خضرجان کز اجل نهراسد او ** شاید ار مخلوق را نشناسد او
- Fakat ebedî hayata erişen ve ecelden korkmayan Hızır canlı kişi, mahlûku tanımasa da caiz.
-
کام از ذوق توهم خوش کنی ** در دمی در خیک خود پرش کنی
- Damağını vehmin zevkiyle çeşnilendirir, varlık tulumuna üfürür, kendini havayla şişirip gururlanırsın ama,
-
پس به یک سوزن تهی گردی ز باد ** این چنین فربه تن عاقل مباد
- Bir iğneyle o yel kaçıp gider. Dilerim akıllı adam, bu çeşit semirmesin!
-
کوزهها سازی ز برف اندر شتا ** کی کند چون آب بیند آن وفا 720
- Kışın kardan testiler yapıyorsun, iyi ama hiç onlar suya dayanır mı?
-
افتادن شغال در خم رنگ و رنگین شدن و دعوی طاوسی کردن میان شغالان
- Çakalın boyacı küpüne düşüp boyanması ve çakallar arasında tavusluk dâvasına kalkışması
-
آن شغالی رفت اندر خم رنگ ** اندر آن خم کرد یک ساعت درنگ
- Bir çakal boyacı küpüne düştü, orada bir müddet kaldı.
-
پس بر آمد پوستش رنگین شده ** که منم طاووس علیین شده
- Sonra postu boyanmış olarak çıkıp “Ben illiyyin tavusuyum, demeye başladı.
-
پشم رنگین رونق خوش یافته ** آفتاب آن رنگها بر تافته
- Postu boyanmış, pek güzel parlamış, güneş de o renklere vurmuştu.
-
دید خود را سبز و سرخ و فور و زرد ** خویشتن را بر شغالان عرضه کرد
- Çakal, kendini yeşil, kızıl, pembe ve sarı renklerde görüp o çeşitli renklerle öbür çakallara göründü.
-
جمله گفتند ای شغالک حال چیست ** که ترا در سر نشاطی ملتویست 725
- Hepsi de “A çakalcık, bu ne hâl? Fazlasıyla neşelere dalmışsın, pek memnunsun.
-
از نشاط از ما کرانه کردهای ** این تکبر از کجا آوردهای
- Neşeden âdeta bizden nefret ediyorsun! Bu ululuğu nereden elde ettin?” dediler.
-
یک شغالی پیش او شد کای فلان ** شید کردی یا شدی از خوشدلان
- Fakat çakallardan biri “Sen ya hile yapıyorsun yahut da hakikaten bir neşeye sahip oldun, neşeliler arasına katıldın.
-
شید کردی تا به منبر بر جهی ** تا ز لاف این خلق را حسرت دهی
- Mimbere çıkmaya, lâfla ulu görünüp bu halkı, kendine meftûn etmeye kalkıştın.
-
بس بکوشیدی ندیدی گرمیی ** پس ز شید آوردهای بیشرمیی
- Bir hayli çalıştım, fakat bir aşk, bir hararet görmeyince hileye sapıp utanmazlığı ele aldım” dedi.