-
کای خدا رسوا کن این لاف لام ** تا بجنبد سوی ما رحم کرام
- “Yarabbi, sen bu aşağılık herifi rüsvay et de kerem sahipleri bize merhamete gelsinler” diyordu.
-
مستجاب آمد دعای آن شکم ** شورش حاجت بزد بیرون علم 755
- Karnın duası kabul oldu. İhtiyaçtan doğan yanıp yakılma, dışarıya kadar bayrak açtı, görünür bir hale geldi.
-
گفت حق گر فاسقی و اهل صنم ** چون مرا خوانی اجابتها کنم
- Allah “ Beni çağırdın mı, suçlu da olsam, putperest de olsam ben, yine icabet ederim.
-
تو دعا را سخت گیر و میشخول ** عاقبت برهاندت از دست غول
- Onun için duadan hiç çekinme; hiç usanma. Dua, nihayet seni gulyabani nefsin elinden kurtarır.” demiştir.
-
چون شکم خود را به حضرت در سپرد ** گربه آمد پوست آن دنبه ببرد
- Karın, kendini Allah’a ısmarlayınca ansızın bir kedi gelip o kuyruk parçasını kaptı, götürdü.
-
از پس گربه دویدند او گریخت ** کودک از ترس عتابش رنگ ریخت
- Ev halkı, kedinin peşine düştüler, fakat kedi koşup kaçtı. Babamın azarına uğrayacağım diye çocuğunun beti, benzi kaçtı.
-
آمد اندر انجمن آن طفل خرد ** آب روی مرد لافی را ببرد 760
- Babası, bir toplulukta otururken o çocukcağız gelip işi anlattı. O lâfla geçinen adamın şerefini bir paralık etti.
-
گفت آن دنبه که هر صبحی بدان ** چرب میکردی لبان و سبلتان
- Dedi ki: “ Hani her sabah dudaklarını, bıyıklarını yağladığın o kuyruk parçası yok muydu?
-
گربه آمد ناگهانش در ربود ** بس دویدیم و نکرد آن جهد سود
- Kedi geldi, onu kapıverdi. Ardına düştük, bir hayli koştuk ama faydasız… Yakalayamadık ki!”
-
خنده آمد حاضران را از شگفت ** رحمهاشان باز جنبیدن گرفت
- Oradakiler şaşırıp gülüştüler, Bu hâle acıdılar.
-
دعوتش کردند و سیرش داشتند ** تخم رحمت در زمینش کاشتند
- Onu davet edip doyurdular, yeryüzüne benzeyen varlığına merhamet tohumunu ektiler.
-
او چو ذوق راستی دید از کرام ** بی تکبر راستی را شد غلام 765
- O da ululardan doğruluk zevkini görünce ululuğu bırakıp doğruluğa kul oldu.
-
دعوی طاوسی کردن آن شغال کی در خم صباغ افتاده بود
- Boyacı küpüne düşen çakalın tavusluk dâvasına kalkışması
-
و آن شغال رنگرنگ آمد نهفت ** بر بناگوش ملامتگر بکفت
- O rengârenk çakal gizlice çıkagelip kendisini kınayanın kulağına dedi ki:
-
بنگر آخر در من و در رنگ من ** یک صنم چون من ندارد خود شمن
- “Hele bir bana, hele rengime bak. Şamanın bile böyle bir putu yoktur.
-
چون گلستان گشتهام صد رنگ و خوش ** مر مرا سجده کن از من سر مکش
- Gül bahçesi gibi ne de güzel bir hale geldim, ne de hoş yüzlerce renklere boyandım. Benden baş çekme, secde et bana!
-
کر و فر و آب و تاب و رنگ بین ** فخر دنیا خوان مرا و رکن دین
- Şu güzelliğime, şu letafetime, şu rengime bak da bana Fahri Dünya, Rükn-i din de!
-
مظهر لطف خدایی گشتهام ** لوح شرح کبریایی گشتهام 770
- Allah lütfuna mazhar oldum. Ululuk sırlarını şerheden levh haline geldim.
-
ای شغالان هین مخوانیدم شغال ** کی شغالی را بود چندین جمال
- Çakallar, oraya toplandılar, mumun etrafındaki pervaneye döndüler.
-
آن شغالان آمدند آنجا بجمع ** همچو پروانه به گرداگرد شمع
- Hiç çakalda bunca güzellik mi olur?”
-
پس چه خوانیمت بگو ای جوهری ** گفت طاوس نر چون مشتری
- “Peki, a elmasım, sana ne diyelim?” diye sordular. Çakal: “Müşteri yıldızına benzer erkek aslan deyin” dedi.
-
پس بگفتندش که طاوسان جان ** جلوهها دارند اندر گلستان
- Bunun üzerine dediler ki: “İyi ama can tavusları gül bahçelerinde salınır cilvelenirler.”
-
تو چنان جلوه کنی گفتا که نی ** بادیه نارفته چون کوبم منی 775
- “Sen de öyle cilveleniyor musun?” Çakal: “Yok canım. Çöle düşmeden nasıl Mina’ya vardım diyebilirim?” dedi.
-
بانگ طاووسان کنی گفتا که لا ** پس نهای طاووس خواجه بوالعلا
- ”Peki, tavus kuşları gibi bağırabilir misin? Diye sordular. “Kara taştan kaynak mı çıkar hiç” diye cevap verdi.
-
خلعت طاووس آید ز آسمان ** کی رسی از رنگ و دعویها بدان
- Bunun üzerine dediler ki: “Tavusun güzellik elbisesi gökten gelir, ezelîdir. Hileyle dâva ile hiç, o güzelliği elde edebilir misin sen?
-
تشبیه فرعون و دعوی الوهیت او بدان شغال کی دعوی طاوسی میکرد
- Firavun’un Allahlık dâvasına kalkışması da çakalın tavusluk iddiasına benzer
-
همچو فرعونی مرصع کرده ریش ** برتر از عیسی پریده از خریش
- Firavun da saçını, sakalını süslemiş, eşekliğinden kendisini Musa’dan yüce göstermeye, ondan daha yücelere bir derece üstün uçmaya kalkışmıştı.