English    Türkçe    فارسی   

3
791-815

  • گر منافق زفت باشد نغز و هول ** وا شناسی مر ورا در لحن و قول
  • Münafık iri yarı, korkunç, zahiren babayiğit görünse bile sen onun sesinin tonundan ve sözünden tanır, anlarsın.
  • چون سفالین کوزه‌ها را می‌خری ** امتحانی می‌کنی ای مشتری
  • Testi aldığın zaman o testileri sınar, o testilere vurursun, değil mi?
  • می‌زنی دستی بر آن کوزه چرا ** تا شناسی از طنین اشکسته را
  • Neden vurursun? Sesinden kırık testiyi anlamak için.
  • بانگ اشکسته دگرگون می‌بود ** بانگ چاووشست پیشش می‌رود
  • Kırık testinin sesi daha başka türlü olur. Ses, çavuşa benzer, önde gider.
  • بانگ می‌آید که تعریفش کند ** همچو مصدر فعل تصریفش کند 795
  • ”Ses gelir de o şeyin ne olduğunu anlatır, onun ahvalini sayar, döker. Ses mastara benzer, fiil de o mastarı tasrif eder!
  • چون حدیث امتحان رویی نمود ** یادم آمد قصه‌ی هاروت زود
  • Sınama sözü gelince hemencecik Hârût hikâyesini hatırladım.
  • قصه‌ی هاروت و ماروت و دلیری ایشان بر امتحانات حق تعالی
  • Hârût’la Mârût’un hikâyesi ve onların Ulu Allah’ın sınamalarına karşı yiğitlik taslamaları
  • پیش ازین زان گفته بودیم اندکی ** خود چه گوییم از هزارانش یکی
  • Bundan önce de bu bahse dair az bir söz söylemiştik. Fakat zaten ne kadar söylesek ancak binde birini anlatabiliriz.
  • خواستم گفتن در آن تحقیقها ** تا کنون وا ماند از تعویقها
  • Bu vakayı adamakıllı anlatmak istedim ama şimdiye kadar söz, sözü açtı, birçok sebeplerle kalıp gitti.
  • حمله‌ی دیگر ز بسیارش قلیل ** گفته آید شرح یک عضوی ز پیل
  • H ele bir hamle daha edeyim de çoğundan azını, âdeta filin tek bir uzvunu söylemiş olayım.
  • گوش کن هاروت را ماروت را ** ای غلام و چاکران ما روت را 800
  • Ey yüzüne kul, köle olduğumuz, Hârût ve Mârût kıssasını dinle!
  • مست بودند از تماشای اله ** وز عجایبهای استدراج شاه
  • Allah lütuflarını, padişahın lütuf şeklinde tecelli eden şaşılacak kahırlarını seyretmekten sarhoş olmuşlardı.
  • این چنین مستیست ز استدراج حق ** تا چه مستیها کند معراج حق
  • Allah’ın kahırlarında böyle sarhoşluklar varken Allah miracının ne sarhoşlukları var?
  • دانه‌ی دامش چنین مستی نمود ** خوان انعامش چه‌ها داند گشود
  • Tuzağındaki tane, insana böyle bir sarhoşluk verirse ya nimet sofrası ne yapar ne lütuflarda bulunur?
  • مست بودند و رهیده از کمند ** های هوی عاشقانه می‌زدند
  • Hârût da Mârût da sarhoş olmuşlar, bağlarını çözmüşler, kayıttan kurtulmuşlar, âşıkçasına hayhuylar ediyorlar naralar atıyorlardı.
  • یک کمین و امتحان در راه بود ** صرصرش چون کاه که را می‌ربود 805
  • Fakat yolda öyle bir tuzak, öyle bir imtihan vardı ki kasırgası dağları bile saman çöpü gibi kapıp götürebilirdi.
  • امتحان می‌کردشان زیر و زبر ** کی بود سرمست را زینها خبر
  • Bu sınama bunları altüst etmekteydi. Fakat sarhoşun bunlardan ne haberi olabilir ki?
  • خندق و میدان بپیش او یکیست ** چاه و خندق پیش او خوش مسلکیست
  • Sarhoşun önünde hendek de birdir, meydan da. Ona kuyu da doğru yol kesilmiştir, hendek de!
  • آن بز کوهی بر آن کوه بلند ** بر دود از بهر خوردی بی‌گزند
  • Dağ keçisi, yüce dağ başlarında yiyecek arar, hiçbir zarara uğramadan koşar durur!
  • تا علف چیند ببیند ناگهان ** بازیی دیگر ز حکم آسمان
  • Yiyecek bulmak, yayılmak üzereyken ansızın feleğin sınaması gelir çatar.
  • بر کهی دیگر بر اندازد نظر ** ماده بز بیند بر آن کوه دگر 810
  • Öbür dağa bakar, orada bir dişi dağ keçisi görür.
  • چشم او تاریک گردد در زمان ** بر جهد سرمست زین که تا بدان
  • Derhal gözleri kararır. Bu dağdan ta o dağa sıçramak ister.
  • آنچنان نزدیک بنماید ورا ** که دویدن گرد بالوعه‌ی سرا
  • Dişi keçinin bulunduğu dağ, ona o kadar yakın görünür ki oraya sıçramak, ev kapısının etrafında koşup dolanmak kadar kolay gelir.
  • آن هزاران گز دو گز بنمایدش ** تا ز مستی میل جستن آیدش
  • Binlerce arşın yol ona iki arşınlık bir mesafe görünür, o sarhoşlukla sıçramak ister.
  • چونک بجهد در فتد اندر میان ** در میان هر دو کوه بی امان
  • Sıçrayınca da iki amansız dağın arasında ki çukura düşüverir.
  • او ز صیادان به که بگریخته ** خود پناهش خون او را ریخته 815
  • O avcılardan dağa kaçmıştı, kaçıp sığındığı yer, kanını döker.