English    Türkçe    فارسی   

3
820-844

  • باز این مستی شهوت در جهان ** پیش مستی ملک دان مستهان 820
  • Sonra da âlemdeki bu şehvet sarhoşluğu, bil ki meleklerin sarhoşluğuna karşı pek hordur, pek bayağıdır.
  • مستی آن مستی این بشکند ** او به شهوت التفاتی کی کند
  • O sarhoşluk, bu sarhoşluğu kırar, mahveder. Melek, nasıl olur da şehvete iltifat eder ki?
  • آب شیرین تا نخوردی آب شور ** خوش بود خوش چون درون دیده نور
  • Tatlı suyu tatmadıkça acı su, insana gözünün nuru gibi hoş gelir.
  • قطره‌ای از باده‌های آسمان ** بر کند جان را ز می وز ساقیان
  • Gökyüzü şaraplarının bir katrası bile insanı şaraptan da vazgeçirir, sâkilerden de!
  • تا چه مستیها بود املاک را ** وز جلالت روحهای پاک را
  • Artık düşün sen, meleklerin ne sarhoşlukları olur, tertemiz ruhlar, ululuktan ne mestîliklere düşer!
  • که به بوی دل در آن می بسته‌اند ** خم باده‌ی این جهان بشکسته‌اند 825
  • Onlar, bu şaraptan bir koku alarak gönüllerini vermişler, bu âlem şarabının küpünü kırmışlardır.
  • جز مگر آنها که نومیدند و دور ** همچو کفاری نهفته در قبور
  • Ancak, ümitsiz ve o âlemden uzak olanlar, kâfirler gibi kabirlerinde gizlenmişler,
  • ناامید از هر دو عالم گشته‌اند ** خارهای بی‌نهایت کشته‌اند
  • İki âlemden de ümitlerini kesmişler, hadde hesaba gelmez dikenler ekmişlerdir!
  • پس ز مستیها بگفتند ای دریغ ** بر زمین باران بدادیمی چو میغ
  • Hârût la Mârût, sarhoşluklarından “Ah ne olurdu, bulut gibi biz de yeryüzüne rahmet yağdırsak,
  • گستریدیمی درین بی‌داد جا ** عدل و انصاف و عبادات و وفا
  • Bu zulüm yurduna adalet, insaf, ibadet ve vefayı yaysaydık” dediler.
  • این بگفتند و قضا می‌گفت بیست ** پیش پاتان دام ناپیدا بسیست 830
  • Onlar bunu dedi ama kaza ve kader de “Durun ayaklarınızın önünde gizli tuzaklar pek çok.
  • هین مدو گستاخ در دشت بلا ** هین مران کورانه اندر کربلا
  • Kendinize gelin de belâ çölüne küstahça gitmeyin… Kendinize gelin de körcesine Kerbelâ’ya at sürmeyin!
  • که ز موی و استخوان هالکان ** می‌نیابد راه پای سالکان
  • Çünkü o çölde helâk olanların kıllarından, kemiklerinden yolcu, ayak basacak yer bulamaz.
  • جمله‌ی راه استخوان و موی و پی ** بس که تیغ قهر لاشی کرد شی
  • Yol, baştanbaşa kıl, kemik, sinir doludur. Allah’ın kahır kılıcı, nice varları yok etmiştir!
  • گفت حق که بندگان جفت عون ** بر زمین آهسته می‌رانند و هون
  • Allah, “Allah’ın inayetine erişen kullar, yeryüzünde yavaş ve mülâyim bir surette yürürler” dedi.
  • پا برهنه چون رود در خارزار ** جز بوقفه و فکرت و پرهیزگار 835
  • Ayağı yalın olan dikenlikte nasıl yürür? Dura, dura. Düşüne, düşüne, ihtiyatla adım ata ata! diyordu.
  • این قضا می‌گفت لیکن گوششان ** بسته بود اندر حجاب جوششان
  • Kaza bunu söylüyordu ama onların kulakları, coşkunlukları yüzünden tıkanmış, sağır olmuştu.
  • چشمها و گوشها را بسته‌اند ** جز مر آنها را که از خود رسته‌اند
  • Varlıklarından kurtulanlardan başka herkesin gözlerini bağlamışlar, kulaklarını tıkamışlardır.
  • جز عنایت که گشاید چشم را ** جز محبت که نشاند خشم را
  • Gözleri, Allah inayetinden başka ne açar, kızgınlığı sevgiden başka ne yatıştırır?
  • جهد بی توفیق خود کس را مباد ** در جهان والله اعلم بالسداد
  • Dilerim, Allah ihsanı olmayan muvaffakiyete ulaşmak için çalışıp çabalama, dünyada kimseye mukadder olmasın, Doğruyu Allah daha iyi bilir.
  • قصه‌ی خواب دیدن فرعون آمدن موسی را علیه السلام و تدارک اندیشیدن
  • Firavun’un Musa aleyhisselâm’ı rüyada görmesi ve doğmaması için tedbirlere girişmesi
  • جهد فرعونی چو بی توفیق بود ** هرچه او می‌دوخت آن تفتیق بود 840
  • Firavunun çalışıp çabalaması, Allah ihsanı olan muvaffakiyete ulaşmamıştı. Allah muvaffakiyet vermediği için de diktiği yırtılıp sökülüyordu.
  • از منجم بود در حکمش هزار ** وز معبر نیز و ساحر بی‌شمار
  • Hükmünde binlerce müneccim, binlerce düş yorucu, binlerce büyücü vardı.
  • مقدم موسی نمودندش بخواب ** که کند فرعون و ملکش را خراب
  • Firavuna rüyasında Musa’nın doğacığını, Firavun’u ve saltanatını mahvedeceğini göstermişlerdi.
  • با معبر گفت و با اهل نجوم ** چون بود دفع خیال و خواب شوم
  • Düş yorucularla müneccimlere “Bu hayâlin, bu kötü rüyanın delâlet ettiği şeyi nasıl defetmeli?” dedi.
  • جمله گفتندش که تدبیری کنیم ** راه زادن را چو ره‌زن می‌زنیم
  • Hepsi de dediler ki: “Bir tedbirde bulunalım, çocuğun doğmasına mâni olalım”