English    Türkçe    فارسی   

3
852-876

  • بانگ چاووشان چو در ره بشنود ** تا ببیند رو به دیواری کند
  • Yolda çavuşların seslerini duydu mu, yüzünü görmemek için duvara dönecekti.
  • ور ببیند روی او مجرم بود ** آنچ بتر بر سر او آن رود
  • Şayet yüzünü görürse mücrim sayılır, başına gelecek en kötü şeyler gelip çatardı.
  • بودشان حرص لقای ممتنع ** چون حریصست آدمی فیما منع
  • Onlarda görmeleri men edilen o yüzü görmeyi pek isterlerdi. İnsan men edildiği şeye haristir derler.
  • به میدان خواندن بنی اسرائیل برای حیله‌ی ولادت موسی علیه السلام
  • İsrailoğullarını, Musa aleyhisselâm’ın doğumuna mâni olmak üzere meydana çağırmaları
  • ای اسیران سوی میدانگه روید ** کز شهانشه دیدن و جودست امید 855
  • (Tellâllar bağırdılar:) “Esirler, meydana doğru koşun. Umulur ki padişahlar padişahı, size yüzünü gösterecek. İhsanlarda bulunacak!”
  • چون شنیدند مژده اسرائیلیان ** تشنگان بودند و بس مشتاق آن
  • İsrailoğulları bu müjdeyi duyunca padişahın didarına susuz ve müştak olduklarından,
  • حیله را خوردند و آن سو تاختند ** خویشتن را بهر جلوه ساختند
  • Hileye inandılar. Süslenip püslenip o tarafa doğru koştular.
  • حکایت
  • Hikâye
  • همچنان کاینجا مغول حیله‌دان ** گفت می‌جویم کسی از مصریان
  • Hani şunun gibi: Burada da hilekâr Moğollar, “Mısırlılardan birini arıyoruz.
  • مصریان را جمع آرید این طرف ** تا در آید آنک می‌باید بکف
  • Mısırlıları bu tarafa toplayın da aradığımızı ele geçirelim” derler.
  • هر که می‌آمد بگفتا نیست این ** هین در آ خواجه در آن گوشه نشین 860
  • Kim gelirse “ hayır bu değil. Sen geç oracıkta otur” derler de,
  • تا بدین شیوه همه جمع آمدند ** گردن ایشان بدین حیلت زدند
  • Bu suretle herkes derlenip toparlandı mı bu hileyle hepsinin boynunu vururlar.
  • شومی آنک سوی بانگ نماز ** داعی الله را نبردندی نیاز
  • Onlar, ezan sesi duyunca Allah davetçisine uymazlardı ya… Onun şomluğu yüzünden.
  • دعوت مکارشان اندر کشید ** الحذر از مکر شیطان ای رشید
  • Hilekâr Moğolların daveti, onları ölüme kadar çekti, sürdü. Akıllı kişi, sakın Şeytan’ın hilesinden!
  • بانگ درویشان و محتاجان بنوش ** تا نگیرد بانگ محتالیت گوش
  • Yoksulların, muhtaçların seslerini içesiye duy da hilebaz kişinin sesi, kulağını tutup çekmesin!
  • گر گدایان طامع‌اند و زشت‌خو ** در شکم‌خواران تو صاحب‌دل بجو 865
  • Yoksullar, tamahkâr ve kötü huylu adamlarsa bile sen yine gönül sahibini onların içinde ara!
  • در تگ دریا گهر با سنگهاست ** فخرها اندر میان ننگهاست
  • Denizin dibinde inciler, taşlarla karışık olarak bulunur. Övülecek şeyler, ayıplar, kusurlar arasında olur.
  • پس بجوشیدند اسرائیلیان ** از پگه تا جانب میدان دوان
  • İsrailoğulları coşarak erkenden meydana doğru koştular.
  • چون بحیلتشان به میدان برد او ** روی خود ننمودشان بس تازه‌رو
  • Firavun bu hileyle onları meydana götürünce güzelim yüzünü onlara gösterdi.
  • کرد دلداری و بخششها بداد ** هم عطا هم وعده‌ها کرد آن قباد
  • Gönüllerini aldı, ihsanlarda bulundu, vaatler etti.
  • بعد از آن گفت از برای جانتان ** جمله در میدان بخسپید امشبان 870
  • Ondan sonrada “ Canınız için ne olur. Bu akşam hepiniz bu meydan da kalın, burada yatın uyuyun” dedi.
  • پاسخش دادند که خدمت کنیم ** گر تو خواهی یک مه اینجا ساکنیم
  • Cevap vererek dediler ki, “Sana kulluk eder, sözünü dinler hatta dilersen burada bir ay otururuz”
  • بازگشتن فرعون از میدان به شهر شاد بتفریق بنی اسرائیل از زنانشان در شب حمل
  • Firavunun, doğum gecesi, İsrailoğullarını karılarından ayırdığına sevinerek meydandan şehre dönmesi
  • شه شبانگه باز آمد شادمان ** کامشبان حملست و دورند از زنان
  • Firavunun, geceleyin “Bu gece doğum gecesi, fakat hepside karılarından ayrı” diye sevinerek geri döndü.
  • خازنش عمران هم اندر خدمتش ** هم به شهر آمد قرین صحبتش
  • Haznedarı İmran da yanındaydı. Onunla konuşa konuşa şehre geldi.
  • گفت ای عمران برین در خسپ تو ** هین مرو سوی زن و صحبت مجو
  • Ona, “İmran, bu gece sen de burada yat, karının yanına gitme onunla buluşma” dedi.
  • گفت خسپم هم برین درگاه تو ** هیچ نندیشم بجز دلخواه تو 875
  • İmran, “Peki, burada yatarım, senin gönlünün istediği şeyden başka bir şey düşünmem bile” dedi.
  • بود عمران هم ز اسرائیلیان ** لیک مر فرعون را دل بود و جان
  • İmran da İsrail oğullarındandı. Fakat Firavuna âdeta gönüllü, candı.