-
حیله را خوردند و آن سو تاختند ** خویشتن را بهر جلوه ساختند
- Hileye inandılar. Süslenip püslenip o tarafa doğru koştular.
-
همچنان کاینجا مغول حیلهدان ** گفت میجویم کسی از مصریان
- Hani şunun gibi: Burada da hilekâr Moğollar, “Mısırlılardan birini arıyoruz.
-
مصریان را جمع آرید این طرف ** تا در آید آنک میباید بکف
- Mısırlıları bu tarafa toplayın da aradığımızı ele geçirelim” derler.
-
هر که میآمد بگفتا نیست این ** هین در آ خواجه در آن گوشه نشین 860
- Kim gelirse “ hayır bu değil. Sen geç oracıkta otur” derler de,
-
تا بدین شیوه همه جمع آمدند ** گردن ایشان بدین حیلت زدند
- Bu suretle herkes derlenip toparlandı mı bu hileyle hepsinin boynunu vururlar.
-
شومی آنک سوی بانگ نماز ** داعی الله را نبردندی نیاز
- Onlar, ezan sesi duyunca Allah davetçisine uymazlardı ya… Onun şomluğu yüzünden.
-
دعوت مکارشان اندر کشید ** الحذر از مکر شیطان ای رشید
- Hilekâr Moğolların daveti, onları ölüme kadar çekti, sürdü. Akıllı kişi, sakın Şeytan’ın hilesinden!
-
بانگ درویشان و محتاجان بنوش ** تا نگیرد بانگ محتالیت گوش
- Yoksulların, muhtaçların seslerini içesiye duy da hilebaz kişinin sesi, kulağını tutup çekmesin!
-
گر گدایان طامعاند و زشتخو ** در شکمخواران تو صاحبدل بجو 865
- Yoksullar, tamahkâr ve kötü huylu adamlarsa bile sen yine gönül sahibini onların içinde ara!
-
در تگ دریا گهر با سنگهاست ** فخرها اندر میان ننگهاست
- Denizin dibinde inciler, taşlarla karışık olarak bulunur. Övülecek şeyler, ayıplar, kusurlar arasında olur.
-
پس بجوشیدند اسرائیلیان ** از پگه تا جانب میدان دوان
- İsrailoğulları coşarak erkenden meydana doğru koştular.
-
چون بحیلتشان به میدان برد او ** روی خود ننمودشان بس تازهرو
- Firavun bu hileyle onları meydana götürünce güzelim yüzünü onlara gösterdi.
-
کرد دلداری و بخششها بداد ** هم عطا هم وعدهها کرد آن قباد
- Gönüllerini aldı, ihsanlarda bulundu, vaatler etti.
-
بعد از آن گفت از برای جانتان ** جمله در میدان بخسپید امشبان 870
- Ondan sonrada “ Canınız için ne olur. Bu akşam hepiniz bu meydan da kalın, burada yatın uyuyun” dedi.
-
پاسخش دادند که خدمت کنیم ** گر تو خواهی یک مه اینجا ساکنیم
- Cevap vererek dediler ki, “Sana kulluk eder, sözünü dinler hatta dilersen burada bir ay otururuz”
-
بازگشتن فرعون از میدان به شهر شاد بتفریق بنی اسرائیل از زنانشان در شب حمل
- Firavunun, doğum gecesi, İsrailoğullarını karılarından ayırdığına sevinerek meydandan şehre dönmesi
-
شه شبانگه باز آمد شادمان ** کامشبان حملست و دورند از زنان
- Firavunun, geceleyin “Bu gece doğum gecesi, fakat hepside karılarından ayrı” diye sevinerek geri döndü.
-
خازنش عمران هم اندر خدمتش ** هم به شهر آمد قرین صحبتش
- Haznedarı İmran da yanındaydı. Onunla konuşa konuşa şehre geldi.
-
گفت ای عمران برین در خسپ تو ** هین مرو سوی زن و صحبت مجو
- Ona, “İmran, bu gece sen de burada yat, karının yanına gitme onunla buluşma” dedi.
-
گفت خسپم هم برین درگاه تو ** هیچ نندیشم بجز دلخواه تو 875
- İmran, “Peki, burada yatarım, senin gönlünün istediği şeyden başka bir şey düşünmem bile” dedi.
-
بود عمران هم ز اسرائیلیان ** لیک مر فرعون را دل بود و جان
- İmran da İsrail oğullarındandı. Fakat Firavuna âdeta gönüllü, candı.
-
کی گمان بردی که او عصیان کند ** آنک خوف جان فرعون آن کند
- Firavun, onun isyan edeceğini, gönlünü korktuğu şeyi yapacağını nereden aklına getirecekti?
-
جمع آمدن عمران به مادر موسی و حامله شدن مادر موسی علیهالسلام
- İmran’ın, Musa’nın anasıyla buluşması ve kadının Musa’ya gebe kalması
-
شب برفت و او بر آن درگاه خفت ** نیمشب آمد پی دیدنش جفت
- Firavun gitti, İmran da orada yatıp uyudu. Gece yarısından sonra karısı, onu görmeye geldi.
-
زن برو افتاد و بوسید آن لبش ** بر جهانیدش ز خواب اندر شبش
- Üstüne kapanıp dudaklarından öpmeye koyuldu. Gece yarısı, onu uykudan uyandırdı.
-
گشت بیدار او و زن را دید خوش ** بوسه باران کرده از لب بر لبش 880
- İmran uyanıp karısını gördü. Kadın, hoşuna gitti, dudak dudağa öpüşmeye başladılar.
-
گفت عمران این زمان چون آمدی ** گفت از شوق و قضای ایزدی
- İmran, “Bu zamanda nasıl geldin?” dedi. Kadın “Sana iştiyakımdan. Allah’ın kaza ve kaderi bu” diye cevap verdi.