-
شاه از آن هیبت برون جست آن زمان ** پابرهنه کین چه غلغلهاست هان
- Firavun, bu naralardan korkup sıçradı, gürültünün ne olduğunu anlamak için yalınayak koştu.
-
از سوی میدان چه بانگست و غریو ** کز نهیبش میرمد جنی و دیو
- Meydandan gelen ve dehşetinden cinleri, perileri bile korkutan bu nâralar, bu gürültüler nedir anlamak istiyordu.
-
گفت عمران شاه ما را عمر باد ** قوم اسرائیلیانند از تو شاد
- İmran, “ Padişahımızın ömrü uzun olsun… İsrailoğulları, lütfundan neşeleniyorlar.
-
از عطای شاه شادی میکنند ** رقص میآرند و کفها میزنند
- İhsanlarına seviniyorlar, oynuyorlar, ellerini çırpıyorlar “dedi.
-
گفت باشد کین بود اما ولیک ** وهم و اندیشه مرا پر کرد نیک 895
- Firavun dedi ki” Olabilir. Fakat beni adamakıllı bir vehim, bir endişedir kapladı.
-
ترسیدن فرعون از آن بانگ
- Firavunun o sesten korkması
-
این صدا جان مرا تغییر کرد ** از غم و اندوه تلخم پیر کرد
- Bu gürültü, asabımı bozdu. Bu acı dertle, kederle âdeta beni kocattı.”
-
پیش میآمد سپس میرفت شه ** جمله شب او همچو حامل وقت زه
- Padişah, bütün gece ağrısı tutmuş gebe kadın gibi bir yandan bir yana gidip geliyor.
-
هر زمان میگفت ای عمران مرا ** سخت از جا برده است این نعرهها
- Her an “İmran, bu nâralar, beni dehşetle yerimden sıçrattı” diyordu.
-
زهره نه عمران مسکین را که تا ** باز گوید اختلاط جفت را
- Zavallı İmran’ın kudreti yoktu ki karısıyla buluştuğunu söylesin.
-
که زن عمران به عمران در خزید ** تا که شد استارهی موسی پدید 900
- Karısı gebe kalınca gökte Musa’nın yıldızının belirdiğini anlatsın.
-
هر پیمبر که در آید در رحم ** نجم او بر چرخ گردد منتجم
- Her peygamber, ana rahmine düşünce yıldızı da gökte zuhur eder, parlamaya başlar.
-
پیدا شدن استارهی موسی علیه السلام بر آسمان و غریو منجمان در میدان
- Gökte Musa aleyhisselâm’ın yıldızının belirmesi ve meydanda müneccimlerin feryadı
-
بر فلک پیدا شد آن استارهاش ** کوری فرعون و مکر و چارهاش
- Kör Firavunun hilelerine, tedbirlerine rağmen gökyüzünde Musa’nın yıldızı belirdi.
-
روز شد گفتش که ای عمران برو ** واقف آن غلغل و آن بانگ شو
- Sabah olunca İmran’a “Git de o gürültünün, o patırtının ne olduğunu anla” dedi.
-
راند عمران جانب میدان و گفت ** این چه غلغل بود شاهنشه نخفت
- İmran, meydana koşup “Bu ne gürültüydü? Padişahlar padişahı uyuyamadı” deyince,
-
هر منجم سر برهنه جامهپاک ** همچو اصحاب عزا بوسیده خاک 905
- Her müneccim, yaslılar gibi başı açık, yeni yakası yırtık bir halde toprağı öptü.
-
همچو اصحاب عزا آوازشان ** بد گرفته از فغان و سازشان
- Yaslılar gibi sesleri ses veriyor, feryatları ortalığı dolduruyordu.
-
ریش و مو بر کنده رو بدریدگان ** خاک بر سر کرده خونپر دیدگان
- Saçlarını, sakallarını yolup, yüzlerine vuruyorlar, gözleri kanlı yaşlarla doluyordu.
-
گفت خیرست این چه آشوبست و حال ** بد نشانی میدهد منحوس سال
- İmran “Hayrola. Bu ne feryat, bu ne hâl? Bu yomsuz yıl, kötü alâmetler mi gösteriyor yoksa?” dedi.
-
عذر آوردند و گفتند ای امیر ** کرد ما را دست تقدیرش اسیر
- Özürler serdederek dediler ki: “Emîr Allah’ın kaza ve kaderi bizi esir etti.
-
این همه کردیم و دولت تیره شد ** دشمن شه هست گشت و چیره شد 910
- Her çareye başvurduk, fakat padişahın devleti karardı, düşmanı dünyaya geldi, galip oldu.
-
شب ستارهی آن پسر آمد عیان ** کوری ما بر جبین آسمان
- Geceleyin gökyüzünde o çocuğun yıldızı göründü, bizi kör etti.
-
زد ستارهی آن پیمبر بر سما ** ما ستارهبار گشتیم از بکا
- O Peygamber’in yıldızı gökte yüceldi, biz de ağlamaya, yıldızlar gibi gözyaşları dökmeye başladık.”
-
با دل خوش شاد عمران وز نفاق ** دست بر سر میبزد کاه الفراق
- İmran, içinden sevindi, fakat zahiren “Eyvahlar olsun!” diye elini başına vurup,
-
کرد عمران خویش پر خشم و ترش ** رفت چون دیوانگان بی عقل و هش
- Kızgın suratı asık bir halde deliller gibi akılsız.
-
خویشتن را اعجمی کرد و براند ** گفتههای بس خشن بر جمع خواند 915
- Ve güya kendini bilmez bir halde müneccimlerin üstüne yürüyüp onlara bir hayli ağır sözler söyledi.