-
شد زمین و آسمان خندان و شاد ** کین چنین شاهی ز ما دو جفت زاد
- Yerle gök, bizim gibi iki çiftten böyle bir tek padişah doğdu diye gülmekte, sevinip neşelenmektedir.
-
میشکافد آسمان از شادیش ** خاک چون سوسن شده ز آزادیش
- Gökyüzü neşesinden yarılmada... Yeryüzü, azadeliğinden süsene dönmektedir!
-
ظاهرت با باطنت ای خاک خوش ** چونک در جنگاند و اندر کشمکش 1020
- Ey güzel toprak, mademki dış yüzün iç yüzünle savaşta, çekişte...
-
هر که با خود بهر حق باشد به جنگ ** تا شود معنیش خصم بو و رنگ
- Kim kendisiyle savaşa girişirse nihayet hakikati, bulur, rengin, kokunun ( görünüşün ) düşmanı olur.
-
ظلمتش با نور او شد در قتال ** آفتاب جانش را نبود زوال
- Karanlığı nuruyla muharebeye girişenin can güneşine zeval yoktur.
-
هر که کوشد بهر ما در امتحان ** پشت زیر پایش آرد آسمان
- Bizim için sınamalara giren, bizim için çalışan kişinin ayağına gök bile sırt verir!
-
ظاهرت از تیرگی افغان کنان ** باطن تو گلستان در گلستان
- Zahirin karanlıklardan feryat etmede ama içyüzün gül bahçesi içinde için de gül bahçesi!
-
قاصد او چون صوفیان روترش ** تا نیامیزند با هر نورکش 1025
- O, ekşi suratlı sofiler gibi nur söndüren kişilerle karışıp uzlaşmamak niyetinde.
-
عارفان روترش چون خارپشت ** عیش پنهان کرده در خار درشت
- Ekşi suratlı arifler, kirpiye benzerler... Sert dikenlerin dibinde gizlice zevki safâdadır onlar.
-
باغ پنهان گرد باغ آن خار فاش ** کای عدوی دزد زین در دور باش
- Bahçe gizlidir de bahçenin çevresindeki diken meydanda... Yani ey düşman hırsız, bu kapıdan uzaklaş derler!
-
خارپشتا خار حارس کردهای ** سر چو صوفی در گریبان بردهای
- Ey kirpi, kendine dikeni bekçi yapmışsın... Başını, sofiler gibi içine çekmişsin.
-
تا کسی دوچار دانگ عیش تو ** کم شود زین گلرخان خارخو
- İstiyorsun ki şu gül yüzlü, fakat diken huylu kişilerden hiç kimse, senin azıcık bir zevkine bile ilişmesin!
-
طفل تو گرچه که کودکخو بدست ** هر دو عالم خود طفیل او بدست 1030
- Senin çocuğun, çocuk huylu ama iki âlem de onun yavrucağı... Onun için yaratılmış!
-
ما جهانی را بدو زنده کنیم ** چرخ را در خدمتش بنده کنیم
- Biz, âlemi onunla diriltir, feleği onun hizmetine kul, köle ederiz!
-
گفت عبدالمطلب کین دم کجاست ** ای علیم السر نشان ده راه راست
- Abdülmuttalip “şimdi nerede ey gizlileri bilen, bana ona varacak doğru yolu göster” dedi.
-
نشان خواستن عبدالمطلب از موضع محمد علیهالسلام کی کجاش یابم و جواب آمدن از اندرون کعبه و نشان یافتن
- Abdülmuttalib’in, Muhammed aleyhisselâm nerede onu bildir de bulayım diye niyaz etmesi, Kâbe içinden ses gelip yerinin bildirilmesi
-
از درون کعبه آوازش رسید ** گفت ای جوینده آن طفل رشید
- Kâbe içinden Abdülmuttalib’e ses geldi: “Ey o aklı başında olan çocuğu arayan,
-
در فلان وادیست زیر آن درخت ** پس روان شد زود پیر نیکبخت
- Filan vadide, falan ağacın altında!” O iyi bahtlı, bu sesi duyunca hemen yürüdü.
-
در رکاب او امیران قریش ** زانک جدش بود ز اعیان قریش 1035
- Ardınca da Kureyş emirleri gidiyorlardı. Çünkü Peygamber’in atası Kureyş ulularındandı.
-
تا به پشت آدم اسلافش همه ** مهتران بزم و رزم و ملحمه
- Âdem Peygamber’e kadar bütün geçmişleri, mecliste de en ulu kişilerdi, savaşta da!
-
این نسب خود پوست او را بوده است ** کز شهنشاهان مه پالوده است
- Bu soy, zahiri soyuydu... Ulu padişahlar padişahından süzülmeydi.
-
مغز او خود از نسب دورست و پاک ** نیست جنسش از سمک کس تا سماک
- İçiyse zaten soydan, soptan uzaktı, paktı... Balıktan “simak” denilen yıldıza kadar onunla cins ve eşit olacak kimse yoktu!
-
نور حق را کس نجوید زاد و بود ** خلعت حق را چه حاجت تار و پود
- Hak nurunun kimden doğduğunu, nasıl vücut bulduğunu kimse aramaz. Allah halkının nescini arayıp sormaya ne lüzum var?
-
کمترین خلعت که بدهد در ثواب ** بر فزاید بر طراز آفتاب 1040
- Allah’ın sevap karşılığı olarak verdiği en bayağı hil’at bile güneş ziyasından daha parlak, daha üstündür!
-
بقیهی قصهی دعوت رحمت بلقیس را
- Belkıs’ı rahmete çağırma hikâyesinin arta kalanı
-
خیز بلقیسا بیا و ملک بین ** بر لب دریای یزدان در بچین
- Kalk ey Belkıs, gel de devleti, saltanatı gör... Allah denizi kıyısında inciler topla!
-
خواهرانت ساکن چرخ سنی ** تو بمرداری چه سلطانی کنی
- Kız kardeşlerin, yüce göklerde oturuyor... Sen neden murdar bir şeye padişahlık eder durursun?