-
چون بنادر گشت مستغنی ز نان ** عاشق نامست و مدح شاعران
- Fakat az bir şey elde eder de ekmek için çalışmaya ihtiyacı kalmazsa artık şöhrete, ada sana ve şairlerin methine âşık olur.
-
تا که اصل و فصل او را بر دهند ** در بیان فضل او منبر نهند
- İster ki onlar, kendisinin aslını, faslını övsünler... lütfunu, ihsanını anlatmada minberler kursunlar...
-
تا که کر و فر و زر بخشی او ** همچو عنبر بو دهد در گفت و گو
- Bu suretle de onun lütfu, ihsanı, altın bağışlaması, söz arasında amber gibi koksun!
-
خلق ما بر صورت خود کرد حق ** وصف ما از وصف او گیرد سبق
- Allah, bizim huyumuzu da kendi huyuna uygun, kendi suretine göre yarattı, bizim vasfımız da onun vasfından bir örnektir.
-
چونک آن خلاق شکر و حمدجوست ** آدمی را مدحجویی نیز خوست 1195
- Yaratıcı Allah da, kendisine şükür ve hamd edilmesini ister... bu yüzden insanın huyu da böyledir; o da kendisinin övülmesini diler.
-
خاصه مرد حق که در فضلست چست ** پر شود زان باد چون خیک درست
- Hele fazilette çevik ve üstün olan Allah eri, sağlam tulum gibi o yelle doludur.
-
ور نباشد اهل زان باد دروغ ** خیک بدریدست کی گیرد فروغ
- Fakat insan, o methe lâyık değilse, o methin ehli olmazsa yalancı yel, fayda vermez... Tulumu yırtar, patlatır!
-
این مثل از خود نگفتم ای رفیق ** سرسری مشنو چو اهلی و مفیق
- Bu meseli kendiliğimden söylemedim arkadaş; aklın başındaysa ve ehilsen serserice dinleme!
-
این پیمبر گفت چون بشنید قدح ** که چرا فربه شود احمد به مدح
- Bunu hakkındaki hicivleri duyunca, müşriklerin “Ahmet neden medihten hoşlanıyor, neden medihten memnun oluyor?” dediklerini işitince söyledi.
-
رفت شاعر پیش آن شاه و ببرد ** شعر اندر شکر احسان کان نمرد 1200
- Şair, ihsan ölmedi ya diye evvelce nail olduğu ihsana şükran olarak yazdığı şiiri alıp padişaha götürdü, sundu.
-
محسنان مردند و احسانها بماند ** ای خنک آن را که این مرکب براند
- İhsan sahipleri öldüler, ihsanları kaldı... Ne mutlu o kişiye ki bu merkebi sürdü!
-
ظالمان مردند و ماند آن ظلمها ** وای جانی کو کند مکر و دها
- Zalimler de ölüp gittiler, fakat yaptıkları zulümler kaldı... Vay o cana ki bu hileyi, bu kötülüğü yaptı!
-
گفت پیغامبر خنک آن را که او ** شد ز دنیا ماند ازو فعل نکو
- Peygamber “Ne mutlu o adama ki dünyadan gitti de ondan iyi bir iş kaldı” demiştir.
-
مرد محسن لیک احسانش نمرد ** نزد یزدان دین و احسان نیست خرد
- İhsan sahibi öldü ama ihsanı ölmedi ki... Allah indinde din ve ihsan, küçük ve değersiz bir şey değildir!
-
وای آنکو مرد و عصیانش نمود ** تا نپنداری به مرگ او جان ببرد 1205
- Eyvanlar olsun o kişiye ki kendisi öldü de isyanı kaldı... Sakın, öldü de canını kurtardı sanma ha!
-
این رها کن زانک شاعر بر گذر ** وامدارست و قوی محتاج زر
- Bırak bunu şimdi... Şair, yol üstünde borçlu ve paraya pek ihtiyacı var!
-
برد شاعر شعر سوی شهریار ** بر امید بخشش و احسان پار
- Şair önceki ihsana nail olurum ümidiyle söylediği şiiri götürüp padişaha sundu.
-
نازنین شعری پر از در درست ** بر امید و بوی اکرام نخست
- Güzelim incilerle dolu olan o lâtif ve nefis şiiri, evvelki ihsan ve ikramın ümidiyle arz etti.
-
شاه هم بر خوی خود گفتش هزار ** چون چنین بد عادت آن شهریار
- Padişahın âdetiydi, yine âdeti veçhile bin altın verin dedi.
-
لیک این بار آن وزیر پر ز جود ** بر براق عز ز دنیا رفته بود 1210
- Fakat bu sefer bu cömert vezir yücelik Burak’ına binmiş, dünyadan göçüp gitmişti.
-
بر مقام او وزیر نو رئیس ** گشته لیکن سخت بیرحم و خسیس
- Onun yerine başka birisi vezir olmuştu... Bu vezir pek merhametsiz, pek hasisti.
-
گفت ای شه خرجها داریم ما ** شاعری را نبود این بخشش جزا
- Dedi ki: Padişahım, masraflarımız var... Bir şaire bu kadar ihsanda bulunmak lâyık değil!
-
من به ربع عشر این ای مغتنم ** مرد شاعر را خوش و راضی کنم
- Ben, o şairi bu ihsanın onda on da birinin dörtte biriyle hoşnut ve razı ederim.
-
خلق گفتندش که او از پیشدست ** ده هزاران زین دلاور برده است
- Oradakiler, önce o, padişahtan tam on bin altın almıştı.
-
بعد شکر کلک خایی چون کند ** بعد سلطانی گدایی چون کند 1215
- Şeker yedikten sonra şeker kamışını nasıl çiğner... Padişahtan sonra nasıl olur da dilencilik eder? dediler.