-
تو چه دارویی چیی نامت چیست ** تو زیان کی و نفعت بر کیست
- Ne biçim ilâçsın, nesin, sana ne derler... Kime ziyansın, faydan kime? diye sorardı.
-
پس بگفتی هر گیاهی فعل و نام ** که من آن را جانم و این را حمام 1290
- Her ot, adını, tesirini söyler; “Şuna can’ım, öbürüne zehir...
-
من مرین را زهرم و او را شکر ** نام من اینست بر لوح از قدر
- Buna zehirim, ona şeker... Adım, kader levhinde şudur diye dile gelirdi.
-
پس طبیبان از سلیمان زان گیا ** عالم و دانا شدندی مقتدی
- Doktorlar Süleyman’dan o otu öğrenirler, bilgi sahibi olurlar, ona uyarlardı.
-
تا کتبهای طبیبی ساختند ** جسم را از رنج میپرداختند
- Bu suretle doktorluk kitapları düzdüler... Bedenleri hastalıklardan kurtardılar.
-
این نجوم و طب وحی انبیاست ** عقل و حس را سوی بیسو ره کجاست
- Bu nücum ve tıp bilgileri, Peygamberlerin vahiyleridir... Yoksa akıl ve duygunun o tarafa nereden yolu olacak?
-
عقل جزوی عقل استخراج نیست ** جز پذیرای فن و محتاج نیست 1295
- Cüz’i akıl, bir şeyden hüküm çıkaracak akıl değildir. O, ancak fen sahibinden fenni kabul eder, öğrenmeye muhtaçtır.
-
قابل تعلیم و فهمست این خرد ** لیک صاحب وحی تعلیمش دهد
- Bu akıl, öğrenmeye ve anlamaya kabiliyetlidir. Ama vahiy sahibi ona öğretir.
-
جمله حرفتها یقین از وحی بود ** اول او لیک عقل آن را فزود
- Bütün sanatlar, şüphe yok ki önce vahiyden meydana gelir, fakat sonra akıl, onların üstüne bazı şeyler katar!
-
هیچ حرفت را ببین کین عقل ما ** تاند او آموختن بیاوستا
- Dikkat et de bak! Bizim bu aklımız, hiçbir sanatı, usta olmadıkça öğrenebiliyor mu?
-
گرچه اندر مکر مویاشکاف بد ** هیچ پیشه رام بیاستا نشد
- Hile kılı kırk yarar ama usta olmadıkça hiçbir sanatı elde edemez!
-
دانش پیشه ازین عقل ار بدی ** پیشهی بیاوستا حاصل شدی 1300
- Sanat bilgisi, bu akılla olsaydı ustasız bir sanat meydana gelirdi!
-
آموختن پیشه گورکنی قابیل از زاغ پیش از آنک در عالم علم گورکنی و گور بود
- Âlemde mezar kazıcılık ve mezar yokken Kaabil’in mezar kazıcılığını kargadan öğrenmesi
-
کندن گوری که کمتر پیشه بود ** کی ز فکر و حیله و اندیشه بود
- Mezar kazma, en bayağı bir sanat... Düşünceden, düzenden, fikirden doğacak değil ya!
-
گر بدی این فهم مر قابیل را ** کی نهادی بر سر او هابیل را
- Fakat Kaabilde bu anlayış olsaydı Hâbili başı üstünde taşır mıydı?
-
که کجا غایب کنم این کشته را ** این به خون و خاک در آغشته را
- Ben bu ölüyü, bu kana, toprağa karışmış ölüyü ne yapayım, nasıl yok edeyim der miydi?
-
دید زاغی زاغ مرده در دهان ** بر گرفته تیز میآمد چنان
- Bir de gördü ki bir karga, ölü bir kargayı ağzına almış, hemen geldi...
-
از هوا زیر آمد و شد او به فن ** از پی تعلیم او را گورکن 1305
- Havadan indi Kaabil’e öğretmek için mezar kazıcılığına başladı.
-
پس به چنگال از زمین انگیخت گرد ** زود زاغ مرده را در گور کرد
- Tırnaklarıyla yerden bir toz kopardı, yeri kazıp hemen hemen ölü kargayı o mezara koydu;
-
دفن کردش پس بپوشیدش به خاک ** زاغ از الهام حق بد علمناک
- Gömüp üstünü toprakla örttü... bu suretle karga, Allah ilhamı ile bilgi sahibi oldu.
-
گفت قابیل آه شه بر عقل من ** که بود زاغی ز من افزون به فن
- Kaabil, bunu görünce yuh olsun benim aklıma dedi... Bir karga bile bilgide benden üstün!
-
عقل کل را گفت مازاغ البصر ** عقل جزوی میکند هر سو نظر
- Allah, Aklıküll’e “Mazagalbasar” dedi... Fakat cüz’i akıl her yana baka durur.
-
عقل مازاغ است نور خاصگان ** عقل زاغ استاد گور مردگان 1310
- Has kişilerin nuru, Mazagalbasar aklıdır... Karga aklıysa ölülere mezar kazma üstadı!
-
جان که او دنبالهی زاغان پرد ** زاغ او را سوی گورستان برد
- Karga, ardınca uçan canı nihayet mezarlığa götürür!
-
هین مدو اندر پی نفس چو زاغ ** کو به گورستان برد نه سوی باغ
- Kendine gel de kargaya benzeyen nefsin ardından koşma... Çünkü o, seni mezarlığa götürür, bağa, bahçeye değil!
-
گر روی رو در پی عنقای دل ** سوی قاف و مسجد اقصای دل
- Eğer gideceksen gönül ankasının ardından git... Kafdağına, gönül Mescid-i Aksâ’sına var!