English    Türkçe    فارسی   

4
1289-1313

  • تو چه دارویی چیی نامت چیست ** تو زیان کی و نفعت بر کیست
  • Ne biçim ilâçsın, nesin, sana ne derler... Kime ziyansın, faydan kime? diye sorardı.
  • پس بگفتی هر گیاهی فعل و نام ** که من آن را جانم و این را حمام 1290
  • Her ot, adını, tesirini söyler; “Şuna can’ım, öbürüne zehir...
  • من مرین را زهرم و او را شکر ** نام من اینست بر لوح از قدر
  • Buna zehirim, ona şeker... Adım, kader levhinde şudur diye dile gelirdi.
  • پس طبیبان از سلیمان زان گیا ** عالم و دانا شدندی مقتدی
  • Doktorlar Süleyman’dan o otu öğrenirler, bilgi sahibi olurlar, ona uyarlardı.
  • تا کتبهای طبیبی ساختند ** جسم را از رنج می‌پرداختند
  • Bu suretle doktorluk kitapları düzdüler... Bedenleri hastalıklardan kurtardılar.
  • این نجوم و طب وحی انبیاست ** عقل و حس را سوی بی‌سو ره کجاست
  • Bu nücum ve tıp bilgileri, Peygamberlerin vahiyleridir... Yoksa akıl ve duygunun o tarafa nereden yolu olacak?
  • عقل جزوی عقل استخراج نیست ** جز پذیرای فن و محتاج نیست 1295
  • Cüz’i akıl, bir şeyden hüküm çıkaracak akıl değildir. O, ancak fen sahibinden fenni kabul eder, öğrenmeye muhtaçtır.
  • قابل تعلیم و فهمست این خرد ** لیک صاحب وحی تعلیمش دهد
  • Bu akıl, öğrenmeye ve anlamaya kabiliyetlidir. Ama vahiy sahibi ona öğretir.
  • جمله حرفتها یقین از وحی بود ** اول او لیک عقل آن را فزود
  • Bütün sanatlar, şüphe yok ki önce vahiyden meydana gelir, fakat sonra akıl, onların üstüne bazı şeyler katar!
  • هیچ حرفت را ببین کین عقل ما ** تاند او آموختن بی‌اوستا
  • Dikkat et de bak! Bizim bu aklımız, hiçbir sanatı, usta olmadıkça öğrenebiliyor mu?
  • گرچه اندر مکر موی‌اشکاف بد ** هیچ پیشه رام بی‌استا نشد
  • Hile kılı kırk yarar ama usta olmadıkça hiçbir sanatı elde edemez!
  • دانش پیشه ازین عقل ار بدی ** پیشه‌ی بی‌اوستا حاصل شدی 1300
  • Sanat bilgisi, bu akılla olsaydı ustasız bir sanat meydana gelirdi!
  • آموختن پیشه گورکنی قابیل از زاغ پیش از آنک در عالم علم گورکنی و گور بود
  • Âlemde mezar kazıcılık ve mezar yokken Kaabil’in mezar kazıcılığını kargadan öğrenmesi
  • کندن گوری که کمتر پیشه بود ** کی ز فکر و حیله و اندیشه بود
  • Mezar kazma, en bayağı bir sanat... Düşünceden, düzenden, fikirden doğacak değil ya!
  • گر بدی این فهم مر قابیل را ** کی نهادی بر سر او هابیل را
  • Fakat Kaabilde bu anlayış olsaydı Hâbili başı üstünde taşır mıydı?
  • که کجا غایب کنم این کشته را ** این به خون و خاک در آغشته را
  • Ben bu ölüyü, bu kana, toprağa karışmış ölüyü ne yapayım, nasıl yok edeyim der miydi?
  • دید زاغی زاغ مرده در دهان ** بر گرفته تیز می‌آمد چنان
  • Bir de gördü ki bir karga, ölü bir kargayı ağzına almış, hemen geldi...
  • از هوا زیر آمد و شد او به فن ** از پی تعلیم او را گورکن 1305
  • Havadan indi Kaabil’e öğretmek için mezar kazıcılığına başladı.
  • پس به چنگال از زمین انگیخت گرد ** زود زاغ مرده را در گور کرد
  • Tırnaklarıyla yerden bir toz kopardı, yeri kazıp hemen hemen ölü kargayı o mezara koydu;
  • دفن کردش پس بپوشیدش به خاک ** زاغ از الهام حق بد علم‌ناک
  • Gömüp üstünü toprakla örttü... bu suretle karga, Allah ilhamı ile bilgi sahibi oldu.
  • گفت قابیل آه شه بر عقل من ** که بود زاغی ز من افزون به فن
  • Kaabil, bunu görünce yuh olsun benim aklıma dedi... Bir karga bile bilgide benden üstün!
  • عقل کل را گفت مازاغ البصر ** عقل جزوی می‌کند هر سو نظر
  • Allah, Aklıküll’e “Mazagalbasar” dedi... Fakat cüz’i akıl her yana baka durur.
  • عقل مازاغ است نور خاصگان ** عقل زاغ استاد گور مردگان 1310
  • Has kişilerin nuru, Mazagalbasar aklıdır... Karga aklıysa ölülere mezar kazma üstadı!
  • جان که او دنباله‌ی زاغان پرد ** زاغ او را سوی گورستان برد
  • Karga, ardınca uçan canı nihayet mezarlığa götürür!
  • هین مدو اندر پی نفس چو زاغ ** کو به گورستان برد نه سوی باغ
  • Kendine gel de kargaya benzeyen nefsin ardından koşma... Çünkü o, seni mezarlığa götürür, bağa, bahçeye değil!
  • گر روی رو در پی عنقای دل ** سوی قاف و مسجد اقصای دل
  • Eğer gideceksen gönül ankasının ardından git... Kafdağına, gönül Mescid-i Aksâ’sına var!