-
دم نمیگردد سخن بیلطف و قهر ** بر گروهی شهد و بر قومیست زهر
- Lütuf ve kahır yeli olmadıkça söz olmaz... Söz, bir bölük halka baldır, bir bölüğüne zehir!
-
مروحه جنبان پی انعام کس ** وز برای قهر هر پشه و مگس
- Yelpaze, birisini serinlendirmek için sallanır... Fakat sivrisineklerle karasinekleri de kahretmek içindir!
-
مروحهی تقدیر ربانی چرا ** پر نباشد ز امتحان و ابتلا
- Artık Allah takdirinin yelpazesi, neden mihnetlerle, belâlarla dolu olmasın?
-
چونک جزو باد دم یا مروحه ** نیست الا مفسده یا مصلحه
- Mademki cüz’i olan nefes rüzgârı yahut yelpazenin çıkardığı yel bile ya bir şeyi bozmak, ya bir şeyi düzene koymak için esmekte...
-
این شمال و این صبا و این دبور ** کی بود از لطف و از انعام دور 140
- Bu şimal rüzgârı, bu seher ve bu batı yeli nasıl olurda lütuftan, ihsandan uzak olur?
-
یک کف گندم ز انباری ببین ** فهم کن کان جمله باشد همچنین
- Bir avuç buğdayı gördün mü ambarı düşün, ambarı gör... Anla ki ambardakiler de hep böyle.
-
کل باد از برج باد آسمان ** کی جهد بی مروحهی آن بادران
- Gökyüzünün rüzgâr burcundan kopup gelen bütün rüzgârlar da o rüzgârı koparanın yelpazesi olmasa nasıl eser?
-
بر سر خرمن به وقت انتقاد ** نه که فلاحان ز حق جویند باد
- Ekinciler, ekin devşirme zamanı harman başında Allah’tan rüzgâr istemezler mi?
-
تا جدا گردد ز گندم کاهها ** تا به انباری رود یا چاهها
- İsterler... Buğdaydan samanı ayırmak, buğdayı ambara koymak yahut kuyulara gömmek için rüzgâr isterler.
-
چون بماند دیر آن باد وزان ** جمله را بینی به حق لابهکنان 145
- Rüzgâr gecikti mi hepsinin de Allah’a yalvarmaya başladığını görürsün.
-
همچنین در طلق آن باد ولاد ** گر نیاید بانگ درد آید که داد
- Doğum zamanı da böyledir... O doğum yeli, o doğum sancısı gelmezse eyvahlar olsun, aman yarabbi seslerini duymaya başlarsın.
-
گر نمیدانند کش راننده اوست ** باد را پس کردن زاری چه خوست
- Rüzgârı onun gönderdiğini bilmeseler yalvarmanın manası mı kalır?
-
اهل کشتی همچنین جویای باد ** جمله خواهانش از آن رب العباد
- Yelkenli gemiye binenler de rüzgâr dilerler, Allah’tan bir uygun yel isterler.
-
همچنین در درد دندانها ز باد ** دفع میخواهی بسوز و اعتقاد
- Diş ağrısı da yelden olursa yana yakıla tamam bir itikatla Allah’tan o yelin yatışmasını dilersin.
-
از خدا لابهکنان آن جندیان ** که بده باد ظفر ای کامران 150
- Askerler de yalvarıp yakarırlar, Allah’tan, “Ey muradımızı veren Rabbim, sen bize bir zafer rüzgârı ver” diye dua ederler.
-
رقعهی تعویذ میخواهند نیز ** در شکنجهی طلق زن از هر عزیز
- Doğum gecikince, gebenin yakınları, her azizden muska isterler.
-
پس همه دانستهاند آن را یقین ** که فرستد باد ربالعالمین
- Hepsi de adamakıllı bilir ki rüzgârı, Âlemlerin Rabbi Allah göndermekte.
-
پس یقین در عقل هر داننده هست ** اینک با جنبنده جنباننده هست
- Zaten her bilen kişi, aklen bilir ki hareket edenin bir hareket ettiricisi vardır.
-
گر تو او را مینبینی در نظر ** فهم کن آن را به اظهار اثر
- Sen onu gözünle görmüyorsan eserleri görünüyor ya... Onlara bak da anla!
-
تن به جان جنبد نمیبینی تو جان ** لیک از جنبیدن تن جان بدان 155
- Beden de canla hareket eder: fakat canı görmezsin. Görmezsin ama tenin hareketine bak da canı anla!
-
گفت او گر ابلهم من در ادب ** زیرکم اندر وفا و در طلب
- Âşık, “Edebe riayet bakımından aptal bile olsam vefada, istekte akıllıyım, anlayışlıyım” dedi.
-
گفت ادب این بود خود که دیده شد ** آن دگر را خود همیدانی تو لد
- Sevgili dedi ki: “Eğer şu görünen hareket, edebe riayetse artık ötesini sen daha iyi bilirsin!
-
قصهی آن صوفی کی زن خود را بیگانهای بگرفت
- Karısını bir yabancıyla yakalayan sofi
-
صوفیی آمد به سوی خانه روز ** خانه یک در بود و زن با کفشدوز
- Sofinin biri, bir gün eve geldi... Evin bir kapısı vardı, karısı da bir kunduracıyla içerdeydi.
-
جفت گشته با رهی خویش زن ** اندر آن یک حجره از وسواس تن
- Kadın, nefsinin hilelerine uymuş, kunduracıya kul köle kesilmiş, odada adamla buluşmuştu.
-
چون بزد صوفی به جد در چاشتگاه ** هر دو درماندند نه حیلت نه راه 160
- Sofi, kuşluk çağı kapıyı sıkıca döver dövmez ikisi de şaşırdılar... ne bir hileye başvurmaya imkân vardı, ne kaçıp kurtulacak bir yol!