English    Türkçe    فارسی   

4
1538-1562

  • لیک ناقه بس مراقب بود و چست ** چون بدیدی او مهار خویش سست
  • Deveye gelince o, çevikti, fırsat gözleyip durmaktaydı... Yularını gevşek hissetti mi,
  • فهم کردی زو که غافل گشت و دنگ ** رو سپس کردی به کره بی‌درنگ
  • Anlardı ki Mecnun daldı gitti... Hemen geriye yüz tutar, yavrusunun bulunduğu tarafa doğru gitmeye başlardı.
  • چون به خود باز آمدی دیدی ز جا ** کو سپس رفتست بس فرسنگها 1540
  • Mecnun kendisine gelir, evvelce bulundukları yerden fersahlarca geriye gittiğini anlardı.
  • در سه روزه ره بدین احوالها ** ماند مجنون در تردد سالها
  • Üç gün böyle yol aldılar... Mecnun, âdeta yıllarca tereddüt içinde kaldı.
  • گفت ای ناقه چو هر دو عاشقیم ** ما دو ضد پس همره نالایقیم
  • Nihayet dedi ki: A deve, ikimizde âşığız ama birbirimize aykırıyız... Arkadaşlığa lâyık değiliz!
  • نیستت بر وفق من مهر و مهار ** کرد باید از تو صحبت اختیار
  • Senin sevgin de bana uygun değil, yuların da senden ayrılmak gerek!
  • این دو همره یکدگر را راه‌زن ** گمره آن جان کو فرو ناید ز تن
  • Bu iki arkadaş da, birbirinin yolunu vurmada... Tenden aşağı inip ayrılmayan can, yol azıtır gider!
  • جان ز هجر عرش اندر فاقه‌ای ** تن ز عشق خاربن چون ناقه‌ای 1545
  • Senin canın da arşın ayrılığı ile yoksulluğa düşmüş... Teninse diken aşkıyla deveye dönmüş!
  • جان گشاید سوی بالا بالها ** در زده تن در زمین چنگالها
  • Can, yücelere kanatlar açmada... Ten, tırnaklarıyla yere sarılmada!
  • تا تو با من باشی ای مرده‌ی وطن ** پس ز لیلی دور ماند جان من
  • Ey vatan aşkıyla ölmüş deve, sen benimle oldukça canım, Leylâ’dan uzak kaldı gitti!
  • روزگارم رفت زین گون حالها ** هم‌چو تیه و قوم موسی سالها
  • Adeta Musa kavminin yıllarca çölde kalışı gibi bende seninle bu hallere düştüm... Ömrüm geldi geçti!
  • خطوتینی بود این ره تا وصال ** مانده‌ام در ره ز شستت شصت سال
  • Bu yol, vuslata erişmek için iki adımdan ibaret... Hâlbuki ben, senin hilenle tam altmış yıldır, bu iki adımlık yolda kalakaldım!
  • راه نزدیک و بماندم سخت دیر ** سیر گشتم زین سواری سیرسیر 1550
  • Yol yakın... Fakat ben pek geç kaldım. Bu binicilikten adamakıllı usandım artık!
  • سرنگون خود را از اشتر در فکند ** گفت سوزیدم ز غم تا چندچند
  • Bu sözleri söyleyip kendisini deveden fırlattı attı, niceye bir dertten yanıp yakılacağım, yandım artık, dedi!
  • تنگ شد بر وی بیابان فراخ ** خویشتن افکند اندر سنگلاخ
  • Ona o geniş ova daracık bir hale geldi... Kendisini bir taşlığa atıverdi!
  • آنچنان افکند خود را سخت زیر ** که مخلخل گشت جسم آن دلیر
  • Hem de öyle bir attı ki o yiğidin bedeni ezildi...
  • چون چنان افکند خود را سوی پست ** از قضا آن لحظه پایش هم شکست
  • Kendisini yere öyle bir fırlattı ki kazara ayağı da kırıldı!
  • پای را بر بست و گفتا گو شوم ** در خم چوگانش غلطان می‌روم 1555
  • Ayağını bağladı, top olurum da dedi, onun çevgânının önüne düşer, yuvarlanarak giderim!
  • زین کند نفرین حکیم خوش‌دهن ** بر سواری کو فرو ناید ز تن
  • İşte güzel sözlü hakîm, tenden inmeyen atlıya bu yüzden lânet etmiştir.
  • عشق مولی کی کم از لیلی بود ** گوی گشتن بهر او اولی بود
  • Allah aşkı, hiç Leylâ’nın aşkından az değersiz olur mu? Ona top olmak elbette daha doğru, daha yerinde!
  • گوی شو می‌گرد بر پهلوی صدق ** غلط غلطان در خم چوگان عشق
  • Top ol da doğruluk yanına yat, aşk çevgâniyle yuvarlanarak git!
  • کین سفر زین پس بود جذب خدا ** وان سفر بر ناقه باشد سیر ما
  • Çünkü bu yolculuk, binekten indikten sonra Allah çekişiyle olur... Halbuki önceki gidişimiz, deveyle idi!
  • این چنین سیریست مستثنی ز جنس ** کان فزود از اجتهاد جن و انس 1560
  • Bu çeşit gidiş, gidişlerden apayrıdır... Bu gidiş cinlerin gidişiyle de olmaz, insanların çalışmasıyla da!
  • این چنین جذبیست نی هر جذب عام ** که نهادش فضل احمد والسلام
  • Bu çekilip gitme, alelade çekilip gitme değildir... Bunu, Ahmed’in lütfu meydana getirdi vesselâm!
  • نوشتن آن غلام قصه‌ی شکایت نقصان اجری سوی پادشاه
  • Kölenin ücret azlığından şikâyet ederek padişaha yazması
  • قصه کوته کن برای آن غلام ** که سوی شه بر نوشتست او پیام
  • Sözü kısa kes de padişaha mektup yazıp gönderen köleyi anlat!