English    Türkçe    فارسی   

4
1559-1583

  • کین سفر زین پس بود جذب خدا ** وان سفر بر ناقه باشد سیر ما
  • Çünkü bu yolculuk, binekten indikten sonra Allah çekişiyle olur... Halbuki önceki gidişimiz, deveyle idi!
  • این چنین سیریست مستثنی ز جنس ** کان فزود از اجتهاد جن و انس 1560
  • Bu çeşit gidiş, gidişlerden apayrıdır... Bu gidiş cinlerin gidişiyle de olmaz, insanların çalışmasıyla da!
  • این چنین جذبیست نی هر جذب عام ** که نهادش فضل احمد والسلام
  • Bu çekilip gitme, alelade çekilip gitme değildir... Bunu, Ahmed’in lütfu meydana getirdi vesselâm!
  • نوشتن آن غلام قصه‌ی شکایت نقصان اجری سوی پادشاه
  • Kölenin ücret azlığından şikâyet ederek padişaha yazması
  • قصه کوته کن برای آن غلام ** که سوی شه بر نوشتست او پیام
  • Sözü kısa kes de padişaha mektup yazıp gönderen köleyi anlat!
  • قصه پر جنگ و پر هستی و کین ** می‌فرستد پیش شاه نازنین
  • O köle, nazenin padişaha savaşla, varlıkla, kinle dolu bir mektup yazıp gönderir.
  • کالبد نامه‌ست اندر وی نگر ** هست لایق شاه را آنگه ببر
  • Kalıbın, cesedin mektuptur, ona dikkat et, padişaha lâyık mı, değil mi? Bir anla da sonra gönder!
  • گوشه‌ای رو نامه را بگشا بخوان ** بین که حرفش هست در خورد شهان 1565
  • Bir bucağa git, mektubu aç, oku... Bak bakalım, içindeki sözler, padişahlara lâyık olan sözler?
  • گر نباشد درخور آن را پاره کن ** نامه‌ی دیگر نویس و چاره کن
  • Lâyık değilse o mektubu yırt, çaresine bak, başka bir mektup yaz!
  • لیک فتح نامه‌ی تن زپ مدان ** ورنه هر کس سر دل دیدی عیان
  • Fakat ten mektubunu açmayı kolay sanma. Yoksa herkes gönül sırrını apaçık görürdü!
  • نامه بگشادن چه دشوارست و صعب ** کار مردانست نه طفلان کعب
  • Bu mektubu açmak ne güçtür, ne sarptır! Erlerin işidir bu, çocuk işi değil!
  • جمله بر فهرست قانع گشته‌ایم ** زانک در حرص و هوا آغشته‌ایم
  • Hepimiz, fihriste kani olmuş kalmışız... Çünkü heva ve hevese, hırsa bulaşmışız!
  • باشد آن فهرست دامی عامه را ** تا چنان دانند متن نامه را 1570
  • Hâlbuki o fihrist, ona baksınlar da metni de öyle sansınlar diye halka bir tuzaktır.
  • باز کن سرنامه را گردن متاب ** زین سخن والله اعلم بالصواب
  • Mektubu aç, bu sözden baş çevirme! Allah, doğruyu daha iyi bilir!
  • هست آن عنوان چو اقرار زبان ** متن نامه‌ی سینه را کن امتحان
  • Mektubun fihristi, dille ikrar etmeye benzer... Hâlbuki sen gönül mektubunun metnini sına!
  • که موافق هست با اقرار تو ** تا منافق‌وار نبود کار تو
  • Bak bakalım, ikrarınla muvafık mı? Buna bak da işin, münafıkların işine dönmesin!
  • چون جوالی بس گرانی می‌بری ** زان نباید کم که در وی بنگری
  • Ağır bir çuval yüklenip götürmeye koyulsan onun dışına bakmakla yükü hafiflemez ki!
  • که چه داری در جوال از تلخ و خوش ** گر همی ارزد کشیدن را بکش 1575
  • Asıl içine bak... Çuvalda acı, tatlı ne var, bir gör de taşımaya değerse taşı!
  • ورنه خالی کن جوالت را ز سنگ ** باز خر خود را ازین بیگار و ننگ
  • Yoksa çuvalındaki taşları boşalt... Kendini bu saçma işten, bu ar olan yükten kurtar gitsin!
  • در جوال آن کن که می‌باید کشید ** سوی سلطانان و شاهان رشید
  • Çuvala aklı erer padişahlara, sultanlara götürülebilecek şeyleri doldur!
  • حکایت آن فقیه با دستار بزرگ و آنک بربود دستارش و بانگ می‌زد کی باز کن ببین کی چه می‌بری آنگه ببر
  • Hırsızın koca sarıklı bir fakihin sarığını çalması, fakihin sarığı aç, bak ne götürdüğünü anla. Sonra götür diye bağırması
  • یک فقیهی ژنده‌ها در چیده بود ** در عمامه‌ی خویش در پیچیده بود
  • Bir fakih, bez parçaları toplamış, sarığının içine ezip büzerek yerleştirmişti.
  • تا شود زفت و نماید آن عظیم ** چون در آید سوی محفل در حطیم
  • Bu suretle kavuğunun büyük ve iri görünmesini, halkın kendisine ehemmiyet vermesini ve mescide gelince başköşeye geçirilmesini istiyordu.
  • ژنده‌ها از جامه‌ها پیراسته ** ظاهرا دستار از آن آراسته 1580
  • Elbiselerden parçalar almış, onlarla sarığını büyütmüştü.
  • ظاهر دستار چون حله‌ی بهشت ** چون منافق اندرون رسوا و زشت
  • Sarığının dışı, cennet elbiselerine benzemekteydi... Fakat içi, münafık gönlü gibi rezil, çirkin bir şeydi.
  • پاره پاره دلق و پنبه و پوستین ** در درون آن عمامه بد دفین
  • Parça parça bezler, yünler, deriler... Hep o sarığın içine gömülmüştü.
  • روی سوی مدرسه کرده صبوح ** تا بدین ناموس یابد او فتوح
  • Bir sabah çağı, bu şatafatla bir şeyler elde etmek üzere medreseye giderken,