English    Türkçe    فارسی   

4
1696-1720

  • بو مسیلم را بگو کم کن بطر ** غره‌ی اول مشو آخر نگر
  • Ebu Süleyman’a de ki: Pek kibirlenme, işin önüne bakıp böbürlenme, sonuna bak!
  • این قلاوزی مکن از حرص جمع ** پس‌روی کن تا رود در پیش شمع
  • Başına adam toplama hırsıyla kılavuzluğa kalkışma... Kılavuza uy, ardından git de önünde mum gidedursun, sen de yolunu gör!
  • شمع مقصد را نماید هم‌چو ماه ** کین طرف دانه‌ست یا خود دامگاه
  • Mum, ay gibi maksadını gösterir... bu tarafta tane var, yahut burası tuzak der!
  • گر بخواهی ور نخواهی با چراغ ** دیده گردد نقش باز و نقش زاغ
  • Elinde bir ışık oldu mu istesen de istemesen de doğan iziyle karga izini görür, ayırt edersin!
  • ورنه این زاغان دغل افروختند ** بانگ بازان سپید آموختند 1700
  • Fakat mumun yoksa buna imkân yoktur. Çünkü bu kargalar hilekârdır... Akdoğanların seslerini öğrenmişlerdir.
  • بانگ هدهد گر بیاموزد فتی ** راز هدهد کو و پیغام سبا
  • Yiğit, hüthüdün sesini öğrense de nerede hüthüdün sesi, Seba’nın haberi?
  • بانگ بر رسته ز بر بسته بدان ** تاج شاهان را ز تاج هدهدان
  • Arızi sesi, asıl sesten bil... Padişahların taçları, hüthütlerin taçlarından alınmadır!
  • حرف درویشان و نکته‌ی عارفان ** بسته‌اند این بی‌حیایان بر زبان
  • Dervişlerin sözleriyle ariflerin nüktelerini şu hayâsızlar, dillerine dolamışlardır.
  • هر هلاک امت پیشین که بود ** زانک چندل را گمان بردند عود
  • Eski ümmetlerin helâk olması, hep katı taşı öd ağacı sanmalarındandır!
  • بودشان تمییز کان مظهر کند ** لیک حرص و آز کور و کر کند 1705
  • Onu anlayacak, meydana çıkaracak temyiz kabiliyetleri vardı ama hırs ve tamah, insanı kör ve sağır eder!
  • کوری کوران ز رحمت دور نیست ** کوری حرص است که آن معذور نیست
  • Körlerin körlüğü rahmetten uzak değildir, onlara acınır. Fakat hırs körlüğüne özür yoktur!
  • چارمیخ شه ز رحمت دور نی ** چار میخ حاسدی مغفور نی
  • Padişahın çarmıha gerdiği adama acınır, fakat haset çarmıhına gerilen bağışlanmaz!
  • ماهیا آخر نگر بنگر بشست ** بدگلویی چشم آخربینت بست
  • A balık, sonuna bak işin, oltaya değil! Fakat pisboğazlığın, senin işin sonunu gören gözünü kapattı!
  • با دو دیده اول و آخر ببین ** هین مباش اعور چو ابلیس لعین
  • İki gözle evveli sonu gör... Kendine gel, iblis gibi tek gözlü olma!
  • اعور آن باشد که حالی دید و بس ** چون بهایم بی‌خبر از بازپس 1710
  • Tek gözlü ona derler ki yalnız içinde bulunduğu hali görür... Hayvanlar gibi başka şeyden haberi yoktur.
  • چون دو چشم گاو در جرم تلف ** هم‌چو یک چشمست کش نبود شرف
  • Öküzün iki gözünü çıkarmanın cezası bir gözü çıkarma cezasıdır... Çünkü onda şeref yoktur ki!
  • نصف قیمت ارزد آن دو چشم او ** که دو چشمش راست مسند چشم تو
  • Öküzün iki gözü, değerinin yarısıdır... Çünkü onun iki gözle yapacağı şeyi, sen ona yaptırabilirsin!
  • ور کنی یک چشم آدم‌زاده‌ای ** نصف قیمت لایقست از جاده‌ای
  • Fakat bir insanın tek gözünü çıkarsan değerinin yarısını vermek gerek!
  • زانک چشم آدمی تنها به خود ** بی دو چشم یار کاری می‌کند
  • Zira insan gözü, başlı başına başka birinin yardımı olmaksızın bir iş görebilir!
  • چشم خر چون اولش بی آخرست ** گر دو چشمش هست حکمش اعورست 1715
  • Eşeğin gözü, işin sonunu görmediğinden eşek, çift gözlü olsa da tek gözlü hükmündedir.
  • این سخن پایان ندارد وان خفیف ** می‌نویسد رقعه در طمع رغیف
  • Bu sözün sonu yoktur... O hafif akıllı, ekmek tamahı ile padişaha mektup yazmaya koyuldu.
  • بقیه‌ی نوشتن آن غلام رقعه به طلب اجری
  • Nafaka istemek için kölenin padişaha mektup yazması
  • رفت پیش از نامه پیش مطبخی ** کای بخیل از مطبخ شاه سخی
  • Mektubu yazmadan mutfak eminine gitti... Ey cömert padişahın mutfağındaki hasis adam, dedi...
  • دور ازو وز همت او کین قدر ** از جری‌ام آیدش اندر نظر
  • Nafakamdan bu kadar şey kesmek padişahtan, padişahın himmetinden uzaktır!
  • گفت بهر مصلحت فرموده است ** نه برای بخل و نه تنگی دست
  • Mutfak emini dedi ki: öyle iktiza etmiştir de ondan kesmiştir... Ne hasisliktendir bu, ne de darlığından!
  • گفت دهلیزیست والله این سخن ** پیش شه خاکست هم زر کهن 1720
  • Köle, hayır dedi... Vallahi bu söz, bu emir, padişahın değildir... Padişahın yanında eski altın bile topraktır âdeta!