-
اعور آن باشد که حالی دید و بس ** چون بهایم بیخبر از بازپس 1710
- Tek gözlü ona derler ki yalnız içinde bulunduğu hali görür... Hayvanlar gibi başka şeyden haberi yoktur.
-
چون دو چشم گاو در جرم تلف ** همچو یک چشمست کش نبود شرف
- Öküzün iki gözünü çıkarmanın cezası bir gözü çıkarma cezasıdır... Çünkü onda şeref yoktur ki!
-
نصف قیمت ارزد آن دو چشم او ** که دو چشمش راست مسند چشم تو
- Öküzün iki gözü, değerinin yarısıdır... Çünkü onun iki gözle yapacağı şeyi, sen ona yaptırabilirsin!
-
ور کنی یک چشم آدمزادهای ** نصف قیمت لایقست از جادهای
- Fakat bir insanın tek gözünü çıkarsan değerinin yarısını vermek gerek!
-
زانک چشم آدمی تنها به خود ** بی دو چشم یار کاری میکند
- Zira insan gözü, başlı başına başka birinin yardımı olmaksızın bir iş görebilir!
-
چشم خر چون اولش بی آخرست ** گر دو چشمش هست حکمش اعورست 1715
- Eşeğin gözü, işin sonunu görmediğinden eşek, çift gözlü olsa da tek gözlü hükmündedir.
-
این سخن پایان ندارد وان خفیف ** مینویسد رقعه در طمع رغیف
- Bu sözün sonu yoktur... O hafif akıllı, ekmek tamahı ile padişaha mektup yazmaya koyuldu.
-
بقیهی نوشتن آن غلام رقعه به طلب اجری
- Nafaka istemek için kölenin padişaha mektup yazması
-
رفت پیش از نامه پیش مطبخی ** کای بخیل از مطبخ شاه سخی
- Mektubu yazmadan mutfak eminine gitti... Ey cömert padişahın mutfağındaki hasis adam, dedi...
-
دور ازو وز همت او کین قدر ** از جریام آیدش اندر نظر
- Nafakamdan bu kadar şey kesmek padişahtan, padişahın himmetinden uzaktır!
-
گفت بهر مصلحت فرموده است ** نه برای بخل و نه تنگی دست
- Mutfak emini dedi ki: öyle iktiza etmiştir de ondan kesmiştir... Ne hasisliktendir bu, ne de darlığından!
-
گفت دهلیزیست والله این سخن ** پیش شه خاکست هم زر کهن 1720
- Köle, hayır dedi... Vallahi bu söz, bu emir, padişahın değildir... Padişahın yanında eski altın bile topraktır âdeta!
-
مطبخی ده گونه حجت بر فراشت ** او همه رد کرد از حرصی که داشت
- Mutfak emini, ona on türlü delil getirdi... Fakat o hırsından hepsini reddetti.
-
چون جری کم آمدش در وقت چاشت ** زد بسی تشنیع او سودی نداشت
- Kuşluk vakti nafakası az gelince bir hayli söylendi, kötü sözler söyledi, fakat hiçbir faydası olmadı.
-
گفت قاصد میکنید اینها شما ** گفت نه که بنده فرمانیم ما
- Dedi ki: siz bunu kasten yapıyorsunuz. Mutfak emini “hayır biz emir kuluyuz!”
-
این مگیر از فرع این از اصل گیر ** بر کمان کم زن که از بازوست تیر
- Bunu feri’den sanma, asıldandır bu... Yaya pek kabahat bulma, oku atan koldur.
-
ما رمیت اذ رمیت ابتلاست ** بر نبی کم نه گنه کان از خداست 1725
- “Attığın vakit sen atmadın” ayeti bir iptilâdır... Fakat Peygambere de pek günah bulma; bu iş Allah’tandır!
-
آب از سر تیره است ای خیرهخشم ** پیشتر بنگر یکی بگشای چشم
- “A gözü kamaşmış adam, su baştan bulanıktır... Gözünü bir iyice aç da işin önüne bak!” dedi.
-
شد ز خشم و غم درون بقعهای ** سوی شه بنوشت خشمین رقعهای
- Köle kızgınlıkla, dertle bir bucağa çekildi, padişaha kızgınlığını bildirir bir mektup yazdı.
-
اندر آن رقعه ثنای شاه گفت ** گوهر جود و سخای شاه سفت
- Mektupta padişahı övdü... Onun cömertlik incilerini deldi!
-
کای ز بحر و ابر افزون کف تو ** در قضای حاجت حاجاتجو
- “Ey avucu, hacetler isteyeni hacetini vermede denizden de cömert olan, buluttan da cömert olan!
-
زانک ابر آنچ دهد گریان دهد ** کف تو خندان پیاپی خوان نهد 1730
- Çünkü bulut verir ama ağlaya ağlaya verir... Hâlbuki senin elin, gülerek biteviye sofralar yayar” dedi.
-
ظاهر رقعه اگر چه مدح بود ** بوی خشم از مدح اثرها مینمود
- Mektubun zahiri medihti ama o medihlerden kızgınlığının kokusu duyuluyordu.
-
زان همه کار تو بینورست و زشت ** که تو دوری دور از نور سرشت
- Senin işin de tıpkı onun işi gibi nursuz ve çirkin... Çünkü sen, yaradılış nurundan uzaksın, uzak!
-
رونق کار خسان کاسد شود ** همچو میوهی تازه زو فاسد شود
- Bayağı kişilerin işi kesatlıdır... Taze meyve gibi o, çabucak bozulur, çürür!
-
رونق دنیا برآرد زو کساد ** زانک هست از عالم کون و فساد
- Dünyanın parlaklığı ve revacı da ondan kesat bulur... Çünkü o, oluş ve bozulmuş âlemindendir.