English    Türkçe    فارسی   

4
1914-1938

  • ظن مبر بر دیگری ای دوستکام ** آن مکن که می‌سگالید آن غلام
  • Dostum, bu iş başkasından oldu sanma... o kölenin uğraştığı gibi uğraşıp durma!
  • گاه جنگش با رسول و مطبخی ** گاه خشمش با شهنشاه سخی 1915
  • Köle, gâh elçiyle, mutfak eminiyle uğraşıp savaşmasaydı... Gâh cömert padişaha kızmadaydı.
  • هم‌چو فرعونی که موسی هشته بود ** طفلکان خلق را سر می‌ربود
  • Tıpkı Firavun gibi... Hani o da Musa’yı bırakmıştı da halkın yavrucaklarının başlarını kestiriyordu.
  • آن عدو در خانه‌ی آن کور دل ** او شده اطفال را گردن گسل
  • Hâlbuki düşman, o kör gönüllünün evindeydi... Oysa başka çocukların başlarını kopartıp duruyordu!
  • تو هم از بیرون بدی با دیگران ** واندرون خوش گشته با نفس گران
  • Sen de dış âleminde başkalarıyla kötü oluyorsun da içten kötü nefsinle uzlaşıyorsun.
  • خود عدوت اوست قندش می‌دهی ** وز برون تهمت به هر کس می‌نهی
  • Düşmanın o... fakat sen ona şeker vermedesin... Dışarıdan da herkesi töhmetli tutmadasın!
  • هم‌چو فرعونی تو کور و کوردل ** با عدو خوش بی‌گناهان را مذل 1920
  • Sen Firavun gibi körsün, kör gönüllüsün... Düşmanla iyisin de suçsuzları aşağılatmadasın.
  • چند فرعونا کشی بی‌جرم را ** می‌نوازی مر تن پر غرم را
  • A firavun, niceye dek suçsuzları öldürecek, asıl suçlu olan nefsini hoş tutacaksın?
  • عقل او بر عقل شاهان می‌فزود ** حکم حق بی‌عقل و کورش کرده بود
  • Firavun’un aklı, padişahların aklından üstündü ama Allah hükmü onu akılsız ve kör etmişti!
  • مهر حق بر چشم و بر گوش خرد ** گر فلاطونست حیوانش کند
  • Bir adamın can gözünü, can kulağını Allah kapattı mı o adam Eflatun olsa hayvanlaşır!
  • حکم حق بر لوح می‌آید پدید ** آنچنان که حکم غیب بایزید
  • Hâsılı Bayezit hakkındaki gayb hükmü nasıl zuhur ettiyse Allah hükmü levh üstünde (çaresiz) zuhur eder.
  • شنیدن شیخ ابوالحسن رضی الله عنه خبر دادن ابویزید را و بود او و احوال او
  • Allah razı olsun Şeyh Ebulhasan’ın Ebuyezid’in kendisinden ve ahvalinden haber verdiğini duyması
  • هم‌چنان آمد که او فرموده بود ** بوالحسن از مردمان آن را شنود 1925
  • Ebulhasan, Bayezid’in buyurduğu gibi zuhur etti... Ve bunu adamlarından duydu.
  • که حسن باشد مرید و امتم ** درس گیرد هر صباح از تربتم
  • Bayezid, Hasan benim dervişim ve ümmetim olur... Her sabah benim mezarımda benden ders alır demişti.
  • گفت من هم نیز خوابش دیده‌ام ** وز روان شیخ این بشنیده‌ام
  • Kendisi de dedi ki: ben de Şeyh’i rüyamda gördüm... Ruhundan bu sözü duydum.
  • هر صباحی رو نهادی سوی گور ** ایستادی تا ضحی اندر حضور
  • Her sabah, onun mezarına yüz tutar, ta kuşluk çağına kadar huzurunda dururdu.
  • یا مثال شیخ پیشش آمدی ** یا که بی‌گفتی شکالش حل شدی
  • Ya bir şeyhin huzuruna gider gibi o mezarın başına gelir yahut da sözsüz müşkülleri hallolurdu.
  • تا یکی روزی بیامد با سعود ** گورها را برف نو پوشیده بود 1930
  • 1930.Nihayet yine bir gün kutlulukla o mezarın başına geldi... Yeni kar yağmıştı, mezarlar karla örtülmüştü.
  • توی بر تو برفها هم‌چون علم ** قبه قبه دیده و شد جانش به غم
  • Mezarın üstünde kat kat karların bayrak gibi yüceldiğini, kubbe kubbe yığıldığını görünce gamlandı.
  • بانگش آمد از حظیره‌ی شیخ حی ** ها انا ادعوک کی تسعی الی
  • O diri Şeyh’in mezarından ses geldi. Ben buradayım, bana gel diye seni çağırıp duruyorum.
  • هین بیا این سو بر آوازم شتاب ** عالم ار برفست روی از من متاب
  • Kendine gel... Sesime koş; bu yana seğirt! Âlem karla dolsa da sen, benden yüz çevirme!
  • حال او زان روز شد خوب و بدید ** آن عجایب را که اول می‌شنید
  • O gün, Ebulhasan’ın hali düzeldi... Önce duymuş olduğu şaşılacak şeyler, o gün kendisinde zuhur etti.
  • رقعه‌ی دیگر نوشتن آن غلام پیش شاه چون جواب آن رقعه‌ی اول نیافت
  • Kölenin ilk mektuba cevap gelmeyince padişaha başka bir mektup daha yazması
  • نامه‌ی دیگر نوشت آن بدگمان ** پر ز تشنیع و نفیر و پر فغان 1935
  • O kötü zanda bulunan köle kınamalarla, feryadu figanlarla dolu bir mektup daha yazdı.
  • که یکی رقعه نبشتم پیش شه ** ای عجب آنجا رسید و یافت ره
  • “Bundan önce padişaha bir mektup daha yazdım... Fakat bilmem eline değdi mi?” dedi.
  • آن دگر را خواند هم آن خوب‌خد ** هم نداد او را جواب و تن بزد
  • Güzel yüzlü padişah o mektubu da okudu; ona da cevap vermedi, seslenmedi.
  • خشک می‌آورد او را شهریار ** او مکرر کرد رقعه پنج بار
  • Padişah ona aldırmamaktaydı... O da tam beş kere padişaha mektup yazdı.