-
گفت گفتم من چنین عذری و او ** گفت نه من نیستم اسباب جو
- Kadın dedi ki: “Ben de bu özrü söyledim, ama o, çeyiz filan arayanlardan değilim...
-
ما ز مال و زر ملول و تخمهایم ** ما به حرص و جمع نه چون عامهایم
- Biz mala, altına doymuş, imtilâ olmuş, usanmışız... Halk gibi hırs sahibi değiliz, mal ve para toplama düşüncesi yok bizde.
-
قصد ما سترست و پاکی و صلاح ** در دو عالم خود بدان باشد فلاح 200
- Bizim istediğimiz şey, yalnız kapalı, temiz ve namuslu oluşudur. Zaten iki âlemde de kurtuluş, bununla olur.” dedi.
-
باز صوفی عذر درویشی بگفت ** و آن مکرر کرد تا نبود نهفت
- Sofi, yine yoksulluk özrünü ortaya koydu; bunu gizli kalmasın diye tekrar tekrar anlattı.
-
گفت زن من هم مکرر کردهام ** بیجهازی را مقرر کردهام
- Kadın dedi ki: “Ben de bunu tekrarladım, çeyizimizin olmadığını iyice anlattım.
-
اعتقاد اوست راسختر ز کوه ** که ز صد فقرش نمیآید شکوه
- Fakat onun inanışı dağdan da sağlam... Yüzlerce yoksulluktan bile şikâyet etmiyor.
-
او همیگوید مرادم عفتست ** از شما مقصود صدق و همتست
- Benim istediğim şey namustur, sizden dilediğim doğruluktur, himmettir deyip duruyor.”
-
گفت صوفی خود جهاز و مال ما ** دید و میبیند هویدا و خفا 205
- Sofi dedi ki: “Zaten çeyizimizi, malımızı gördü... Gizli aşikâr başka neyimiz varsa onları da hep görür.
-
خانهی تنگی مقام یک تنی ** که درو پنهان نماند سوزنی
- İşte daracık bir evimiz, bir kişi sığacak kadar bir yerimiz var... Öyle dar ki orada bir iğne bile gizlenemez.
-
باز ستر و پاکی و زهد و صلاح ** او ز ما به داند اندر انتصاح
- Temizliğe, kapalılığa, namuslu oluşa gelince: o, bunu zaten bilir!
-
به ز ما میداند او احوال ستر ** وز پس و پیش و سر و دنبال ستر
- Kapalılığını, örtülü ve namuslu oluşunu o, önünde de, sonunda da, başında da, nihayetinde de bizden daha iyi bilir, bizden daha iyi görür.
-
ظاهرا او بیجهاز و خادمست ** وز صلاح و ستر او خود عالمست
- Zaten kızımızın çeyizi çimeni, aşçısı, işçisi olmadığı meydanda... İyi ve namuslu oluşuna gelince: o, bunu zaten bilir.
-
شرح مستوری ز بابا شرط نیست ** چون برو پیدا چو روز روشنیست 210
- Kızın namuslu olduğunu babanın anlatması şart değil ya... Nasıl olduğu esasen onca aydın gün gibi meydandadır’’.
-
این حکایت را بدان گفتم که تا ** لاف کم بافی چو رسوا شد خطا
- Senin de yanlışın meydana çıktı, rezil rüsvay oldun... Bari az söyle; bu hikâyeyi onun için anlattım.
-
مر ترا ای هم به دعوی مستزاد ** این بدستت اجتهاد و اعتقاد
- A dâvada ayak direyip duran, senin anlayışın, hüküm çıkarışın da bundan ibaret işte!
-
چون زن صوفی تو خاین بودهای ** دام مکر اندر دغا بگشودهای
- Sen de sofinin karısı gibi hainsin, kötülükte hile tuzağını kurmuşsun!
-
که ز هر ناشسته رویی کپ زنی ** شرم داری وز خدای خویش نی
- Bu suretle her yüzü yunmadık pis kişiye temizliğini anlatır durursun... Kendinden utanır da Allah’tan utanmazsın!
-
غرض از سمیع و بصیر گفتن خدا را
- Allah’a “duyar, görür” demekteki maksat
-
از پی آن گفت حق خود را بصیر ** که بود دید ویت هر دم نذیر 215
- Allah, her şeyi görür, bu görüş de daima seni korkutsun diye kendisine “gören” dedi.
-
از پی آن گفت حق خود را سمیع ** تا ببندی لب ز گفتار شنیع
- Kötü sözlerden dudağını yumasın diye de kendisini “duyan diye anlattı.
-
از پی آن گفت حق خود را علیم ** تا نیندیشی فسادی تو ز بیم
- Korkasın da bir fesat düşünmeyesin diye “bilen” adını takındı.
-
نیست اینها بر خدا اسم علم ** که سیه کافور دارد نام هم
- Fakat bunlar, meselâ zenciye kâfur adının verildiği gibi Allah’a konmuş adlar değildir.
-
اسم مشتقست و اوصاف قدیم ** نه مثال علت اولی سقیم
- Allah ismi, sıfattan türeme, sıfattan meydana gelmedir, Allah sıfatlarıysa kadimdir, evveli yoktur. İlleti Ûlâ misali gibi batıl ve saçma değildir.
-
ورنه تسخر باشد و طنز و دها ** کر را سامع ضریران را ضیا 220
- Öyle olmasaydı sağıra duyan, köre aydın adlarının verilmesi gibi alay olur, maskaralık olurdu.
-
یا علم باشد حیی نام وقیح ** یا سیاه زشت را نام صبیح
- Tanınma için konan ad, meselâ terbiyesiz ve utanmaz birisine mahcup yahut kara ve çirkin birisine güzel diye konuvermiş bir addır.
-
طفلک نوزاده را حاجی لقب ** یا لقب غازی نهی بهر نسب
- Yeni doğmuş çocukcağıza hacı yahut da soyunda var diye gazi adını koymaktır.