English    Türkçe    فارسی   

4
2581-2605

  • نه نژند پیریت آید برو ** نه قد چون سرو تو گردد دوتو
  • Ona ne ihtiyarlık buruşması gelir, ne de selvi ye benzeyen boyun iki kat olur!
  • نه شود زور جوانی از تو کم ** نه به دندانها خللها یا الم
  • Ne sendeki gençliğin kuvveti azalır, ne dişlerin, ağrır, sallanır!
  • نه کمی در شهوت و طمث و بعال ** که زنان را آید از ضعفت ملال
  • Kadınların erkekten nefretine sebep olan gevşekliği, kadına yaklaşmamak derdini görmezsin!
  • آنچنان بگشایدت فر شباب ** که گشود آن مژده‌ی عکاشه باب
  • Gençlik çağının parlaklığı seni öyle bir açar, neşelendirir ki Ukâşe'nin müjdesi de Peygamber'i öyle-açmış, öyle neşelendirmişti işte!
  • قوله علیه السلام من بشرنی بخروج صفر بشرته بالجنة
  • Saferin çıktığını kim müjdelerse ona cennet müjdesi vereceğim buyurması
  • احمد آخر زمان را انتقال ** در ربیع اول آید بی جدال 2585
  • Ahir zaman Peygamberi Ahmed, Rebiyülevvel ayında göçtü, bunda hiç ihtilâf yoktur.
  • چون خبر یابد دلش زین وقت نقل ** عاشق آن وقت گردد او به عقل
  • Gönlü, bu göç zamanını haber alınca can ve gönülden o vakta âşık oldu.
  • چون صفر آید شود شاد از صفر ** که پس این ماه می‌سازم سفر
  • Safer gelince, bu ay bitince sefer edeceğim diye-neşelendi.
  • هر شبی تا روز زین شوق هدی ** ای رفیق راه اعلی می‌زدی
  • Her gece bu buluşmanın iştiyakıyla sabahlara kadar "Ey yücelerden yüce arkadaş!" der dururdu!
  • گفت هر کس که مرا مژده دهد ** چون صفر پای از جهان بیرون نهد
  • "Bana kim safer ayı çıktı diye müjde verirse._x000D_
  • که صفر بگذشت و شد ماه ربیع ** مژده‌ور باشم مر او را و شفیع 2590
  • Kim safer gitti, Rebiyyülevvel geldi diye beni muştularsa ben de onu cennetle muştular, ona şefaatçi olurum dedi."
  • گفت عکاشه صفر بگذشت و رفت ** گفت که جنت ترا ای شیر زفت
  • Ukâşe gelip müjde dedi., safer çıktı gitti. Peygamber de "Ey ulu aslan, cennet senindir" buyurdu
  • دیگری آمد که بگذشت آن صفر ** گفت عکاشه ببرد از مژده بر
  • Başka birisi de gelip safer çıktı dedi., bet dedi ki: O müjdeyi Ukâşe aldı!
  • پس رجال از نقل عالم شادمان ** وز بقااش شادمان این کودکان
  • Erler, görüyorsun ya, âlemden göçmeden neşeleniyorlar, şu çocuklarsa âlemde kalmalarına seviniyorlar!
  • چونک آب خوش ندید آن مرغ کور ** پیش او کوثر نیامد آب شور
  • İyi suyun tadını tatmayan kör kuşa, acı su, kevser görünür.
  • هم‌چنین موسی کرامت می‌شمرد ** که نگردد صاف اقبال تو درد 2595
  • Musa da, senin saf ikbaline bir dert erişmez diye bu tarzda kerametler sayıp dökmekteydi.
  • گفت احسنت و نکو گفت ولیک ** تا کنم من مشورت با یار نیک
  • Firavun, pek güzel, iyi söyledin ama bir de iyi bir dostla görüşeyim, danışayım dedi.
  • مشورت کردن فرعون با ایسیه در ایمان آوردن به موسی علیه‌السلام
  • Firavun'un, Masa aleyhisselâm'a inanma hususunda Asiye'ye danışması
  • باز گفت او این سخن با ایسیه ** گفت جان افشان برین ای دل‌سیه
  • Firavun, bu sözü Asiye'ye açtı. Asiye dedi ki: A gönlü kararmış, bu vaatlere can ver!
  • بس عنایتهاست متن این مقال ** زود در یاب ای شه نیکو خصال
  • Bu sözlerde ne büyük inayetler var, ey iyi huylu padişah, durma, hemen bunları elde et!
  • وقت کشت آمد زهی پر سود کشت ** این بگفت و گریه کرد و گرم گشت
  • Ekim zamanı geldi., hem de ne faydalı ekim ya! Bu sözleri söyledi ve iştiyakından ağlamaya başladı.
  • بر جهید از جا و گفتا بخ لک ** آفتابی تاجر گشتت ای کلک 2600
  • Yerinden sıçradı, ne mutlu sana dedi... A kelceğiz, güneş, başına taç oldu!
  • عیب کل را خود بپوشاند کلاه ** خاصه چون باشد کله خورشید و ماه
  • Kelin ayıbını külah örter. Hele o külah güneş ve ay olursa ne mutlu!
  • هم در آن مجلس که بشنیدی تو این ** چون نگفتی آری و صد آفرین
  • Daha o mecliste bunu duyunca neden evet, yüzlerce hamdolsun demedin?
  • این سخن در گوش خورشید ار شدی ** سرنگون بر بوی این زیر آمدی
  • Bu söz, güneşin kulağına değseydi buna nail olmak ümidiyle baş aşağı yere inerdi!
  • هیچ می‌دانی چه وعده‌ست و چه داد ** می‌کند ابلیس را حق افتقاد
  • Hiç bildin mi, ne vaattir bu, ne lütuf tur? Hak, İblis' i arayıp soruyor âdeta!
  • چون بدین لطف آن کریمت باز خواند ** ای عجب چون زهره‌ات بر جای ماند 2605
  • O kerem sahibi, seni böyle bir lütfa, böyle bir ihsana çağırdı da nasıl tahammül ettin? Şaşılacak şey