-
سجده میکرد او که هم فرمان تراست ** غیر حق بر ملک حق فرمان کراست
- Secdeye kapanıp “Yarabbi, fermanın yürür... Tanrı mülkünde Tanrıdan başka kimin hükmü geçer ki?
-
لیک این مسکین همیسوزد چو عود ** دست گیرش ای رحیم و ای ودود
- Fakat bu yosul çocuk öd ağacı gibi yanıp duruyor... ey merhametli Tanrı, elini tut” demeye başladı.
-
تا ز یا رب یا رب و افغان شاه ** ساحری استاد پیش آمد ز راه
- Nihayet onun Yarab, Yarab demesi, feryad-ü figan etmesi makbule geçti... yoldan usta bir büyücü çıkageldi.
-
مستجاب شدن دعای پادشاه در خلاص پسرش از جادوی کابلی
- Padişahın oğlunun Kâbil’li büyücüden kurtulması için ettiği duanın kabul edilmesi
-
او شنیده بود از دور این خبر ** که اسیر پیرزن گشت آن پسر 3160
- O büyücü uzaktan o çocuğun bir ihtiyar karıya esir olduğunu duymuştu.
-
کان عجوزه بود اندر جادوی ** بینظیر و آمن از مثل و دوی
- Bu karının büyüde eşsiz örneksiz olduğunu ve bir ikincisinin bulunmadığını işitmişti.
-
دست بر بالای دستست ای فتی ** در فن و در زور تا ذات خدا
- Yiğidim, el elin üstündedir... hünerde de, kuvvette de el elin üstündedir arşa varınca!
-
منتهای دستها دست خداست ** بحر بیشک منتهای سیلهاست
- Ellerin sonu Tanrı elidir... deniz, şüphe yok ki sellerin varıp döküldüğü son yerdir.
-
هم ازو گیرند مایه ابرها ** هم بدو باشد نهایت سیل را
- Bulutlar da suyu denizden alır... seller akıp gider nihayet ona varır.
-
گفت شاهش کین پسر از دست رفت ** گفت اینک آمدم درمان زفت 3165
- Padişah bu oğlan elden gitti dedi. Adam dedi ki: İşte ulu bir derman olarak geldim ya!
-
نیست همتا زال را زین ساحران ** جز من داهی رسیده زان کران
- Bu büyücülerden hiç kimse o kocakarıya eşit olamaz... ancak ben, o yandan geldim, büyüde bilgim çoktur... onunla ben başa çıkarım!
-
چون کف موسی به امر کردگار ** نک برآرم من ز سحر او دمار
- Musa’nın eli gibi Tanrı izniyle onun büyüsünü kökünden yıkar, mahvederim.
-
که مرا این علم آمد زان طرف ** نه ز شاگردی سحر مستخف
- Çünkü bana bu bilgi Tanrı tarafından verildi... hor hakîr büyücülere şakirtlik ederek öğrenmedim.
-
آمدم تا بر گشایم سحر او ** تا نماند شاهزاده زردرو
- Onun büyüsünü bozmak şehzadenin benzinin sarılığını gidermek için geldim ben!
-
سوی گورستان برو وقت سحور ** پهلوی دیوار هست اسپید گور 3170
- Seher çağında mezarlığa git de orada duvarın yanında kireçle boyanmış bir ak mezar var.
-
سوی قبله باز کاو آنجای را ** تا ببینی قدرت و صنع خدا
- Orasını kıbleye doğru kaz; Tanrının kudretine, kuvvetine bak!
-
بس درازست این حکایت تو ملول ** زبده را گویم رها کردم فضول
- Bu hikâye pek uzundur, sen de usandın... bari fazlasını bırakayım da hulâsasını söyleyeyim.
-
آن گرههای گران را بر گشاد ** پس ز محنت پور شه را راه داد
- O sıkı düğümleri çözdü şehzadeyi mihnetten kurtardı.
-
آن پسر با خویش آمد شد دوان ** سوی تخت شاه با صد امتحان
- Çocuk kendisine gelince koşa, koşa babasının tahtına vardı, yüzlerce mihnetle,
-
سجده کرد و بر زمین میزد ذقن ** در بغل کرده پسر تیغ و کفن 3175
- Secdeye kapandı, yüzünü yerlere sürdü... koltuğunda da bir kılıç ve bir kefen vardı.
-
شاه آیین بست و اهل شهر شاد ** وآن عروس ناامید بیمراد
- Padişah şenlikler yaptırdı şehir halkı sevindi, o ümidini kesmiş gelinde muradına erdi.
-
عالم از سر زنده گشت و پر فروز ** ای عجب آن روز روز امروز روز
- Âlem yeni baştan dirildi, parladı! Şaşarım doğrusu o günde bir gündü bugün de bir gün!
-
یک عروسی کرد شاه او را چنان ** که جلاب قند بد پیش سگان
- Padişah ona öyle bir düğün yaptı ki köpeklerin önüne bile gülsuyu şerbeti kondu.
-
جادوی کمپیر از غصه بمرد ** روی و خوی زشت فا مالک سپرد
- Büyücü kocakarı kederinden geberdi... çirkin yüzünü de cehennem Malikine tapşırdı çirkin huyunu da!
-
شاهزاده در تعجب مانده بود ** کز من او عقل و نظر چون در ربود 3180
- Şehzade o kocakarı benim aklımı nasıl oldu da çeldi diye hayretlere düşmüştü!
-
نو عروسی دید همچون ماه حسن ** که همی زد بر ملیحان راه حسن
- Güzellikte aya benzeyen ve güzellerin güzellik yolunu kesip vuran gelini görünce,