-
زان تغافل کن چو داعی رهی ** امر بلغ هست نبود آن تهی 3585
- İşin sonunu, görmezlikten ve bilmezlikten gel! “Allah’ın emirlerini tebliğ eyle!” emri vardır. O emir, boşuna değildir. (T.M.)
-
کمترین حکمت کزین الحاح تو ** جلوه گردد آن لجاج و آن عتو
- Israrının bir hikmeti, onların inatlarının aşikâr olmasıdır. (T.M.)
-
تا که ره بنمودن و اضلال حق ** فاش گردد بر همه اهل و فرق
- Böylece, hidayet ve dalaletin Hakk’tan olduğu, açıkça fark edilip herkesçe bilinir. (T.M.)
-
چونک مقصود از وجود اظهار بود ** بایدش از پند و اغوا آزمود
- Çünkü varlıktan maksat, Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının zuhura gelmesidir. İnsanları, nasihatle ve azdırmakla imtihan gerek! (T.M.)
-
دیو الحاح غوایت میکند ** شیخالحاح هدایت میکند
- Şeytan azdırmaya uğraşır, şeyh ise, doğru yola getirmeye çalışır. (T.M.)
-
چون پیاپی گشت آن امر شجون ** نیل میآمد سراسر جمله خون 3590
- Musibetler üst üste gelip, hüzün ve keder verdi. Nil nehri de, Kıptiler için tamamıyla kandan ibaret oldu. (T.M.)
-
تا بنفس خویش فرعون آمدش ** لابه میکردش دو تا گشته قدش
- Nihayet, Firavun, bizzat Musa Aleyhisselamın huzurunda eğilip yalvardı. (T.M.)
-
کانچ ما کردیم ای سلطان مکن ** نیست ما را روی ایراد سخن
- Ey Sultan! Söz söyleyecek yüzümüz yoksa da, bizim yaptıklarımızı, sen bize yapma! (T.M.)
-
پاره پاره گردمت فرمانپذیر ** من بعزت خوگرم سختم مگیر
- Parça parça olmuşum, niyazımız kabul et. Ben, izzet ve azamete alışmışım, bana sert muamele etme! (T.M.)
-
هین بجنبان لب به رحمت ای امین ** تا ببندد این دهانهی آتشین
- Ey emin Musa! Haydi, dudağını merhametle kımıldat da, belanın bu ateşli ağzı kapansın. (T.M.)
-
گفت یا رب میفریبد او مرا ** میفریبد او فریبندهی ترا 3595
- Musa Aleyhisselam, dedi ki: “Ya Rabbi! Firavun, beni aldatıyor; ama seni aldatamaz!” (T.M.)
-
بشنوم یا من دهم هم خدعهاش ** تا بداند اصل را آن فرعکش
- Onun hilesini kabul mü edeyim, yoksa o hilenin aslını bilmesi için, hudasına mukabelede bulunayım mı? (T.M.)
-
که اصل هر مکری و حیلت پیش ماست ** هر چه بر خاکست اصلش از سماست
- Her mekir ve hilenin aslı, bizdedir. Arz üzerinde olan her şeyin aslı, göktedir. (T.M.)
-
گفت حق آن سگ نیرزد هم به آن ** پیش سگ انداز از دور استخوان
- Cenab-ı Hakk, buyurdu ki: “Ya Musa! O köpek, hudaya değmez. Sen o köpeğin önüne, uzaktan bir kemik atıver.” (T.M.)
-
هین بجنبان آن عصا تا خاکها ** وا دهد هرچه ملخ کردش فنا
- Haydi asanı kımıldat da, topraklar, çekirgelerin yok ettiklerini yeniden versinler. (T.M.)
-
وان ملخها در زمان گردد سیاه ** تا ببیند خلق تبدیل اله 3600
- O çekirgeler, derhal yanıp simsiyah olsunlar da, halk, Allah’ın tebdil ve tahvilini görsün! (T.M.)
-
که سببها نیست حاجت مر مرا ** آن سبب بهر حجابست و غطا
- Benim sebeplere ihtiyacım yoktur. O sebepler, hakikati örtmek için birer perdedir. (T.M.)
-
تا طبیعی خویش بر دارو زند ** تا منجم رو با ستاره کند
- O sebepler, tabiatçı ilaca dayansın; müneccim, yıldızları gözlesin! (T.M.)
-
تا منافق از حریصی بامداد ** سوی بازار آید از بیم کساد
- Münafık, hırs ve tamah sevkiyle ve bir şey bulamamak korkusuyla, erkenden pazara gelsin! (T.M.)
-
بندگی ناکرده و ناشسته روی ** لقمهی دوزخ بگشته لقمهجوی
- Allah’a ibadet etmemiş, hatta yüzünü yıkamamışken, o cehennem lokması, yiyecek aramaktadır. (T.M.)
-
آکل و ماکول آمد جان عام ** همچو آن برهی چرنده از حطام 3605
- Yayılıp otlayan kuzu gibi, avam halkının canı da hem yer, hem de yenir. (T.M.)
-
میچرد آن بره و قصاب شاد ** کو برای ما چرد برگ مراد
- Kuzu otlayıp yayıldıkça, kasap, “O, bizim için otlayıp semiriyor” diye sevinir. (T.M.)
-
کار دوزخ میکنی در خوردنی ** بهر او خود را تو فربه میکنی
- Sen, yiyip içme hususunda, cehennem gibi oburluk eder, cehennem için semirir durursun. (T.M.)
-
کار خود کن روزی حکمت بچر ** تا شود فربه دل با کر و فر
- Bir gün bari hikmet otlağından yayıl da, kalbin, gelişip güzelleşsin! (T.M.)
-
خوردن تن مانع این خوردنست ** جان چو بازرگان و تن چون رهزنست
- Ama ten gıdası, bu hikmet rızkına mani olur. Çünkü ruh, tacirdir; ten ise, yol kesici! (T.M.)