-
این سخن پایان ندارد موسیا ** لب بجنبان تا برون روژد گیا
- Ey Musa! Bu sözün sonu yoktur. Dudağını hemen oynat ki, yeniden yeşillikler bitsin. (T.M.)
-
همچنان کرد و هم اندر دم زمین ** سبز گشت از سنبل و حب ثمین
- Musa emre uyunca, derhal yeryüzü yeşerdi, sümbüller ve iri taneli başaklarla doldu. (T.M.)
-
اندر افتادند در لوت آن نفر ** قحط دیده مرده از جوع البقر
- Kıtlık görmüş ve sığır açlığına uğrayıp, ölüm haline gelmiş olan Kıptiler, hemen o nimete saldırdılar. (T.M.)
-
چند روزی سیر خوردند از عطا ** آن دمی و آدمی و چارپا
- İnsanlar ve hayvanlar, birkaç gün Hakk’ın bu ihsanı ile karınlarını iyice doyurdular.(T.M.)
-
چون شکم پر گشت و بر نعمت زدند ** وآن ضرورت رفت پس طاغی شدند 3620
- Karınları doyup bol bol nimet bulunca, isyankâr oldular; zaruret gidince azgınlaştılar. (T.M.)
-
نفس فرعونیست هان سیرش مکن ** تا نیارد یاد از آن کفر کهن
-
بی تف آتش نگردد نفس خوب ** تا نشد آهن چو اخگر هین مکوب
-
بیمجاعت نیست تن جنبشکنان ** آهن سردیست میکوبی بدان
- Bilmiş ol ki, beden aç kalmayınca, itaatkâr olmaz. Onu, tokken ibadete sevk etmek, soğuk demiri dövmek gibidir. (T.M.)
-
گر بگرید ور بنالد زار زار ** او نخواهد شد مسلمان هوش دار
- O beden ve ondaki nefs ağlasa ve inim inim inlese de, aklını başına al, Müslüman olmaz. (T.M.)
-
او چو فرعونست در قحط آنچنان ** پیش موسی سر نهد لابهکنان 3625
- Nefis, kıtlık zamanı Musa’nın huzurunda, yerlere kapanıp yalvaran Firavun’a benzer. (T.M.)
-
چونک مستغنی شد او طاغی شود ** خر چو بار انداخت اسکیزه زند
- İnsan, ihtiyaçtan kurtulunca azar. Hani eşeğin, yükünü atınca çifte fırlatması gibi... (T.M.)
-
پس فراموشش شود چون رفت پیش ** کار او زان آه و زاریهای خویش
- İşi ileri gitti ve muradı oldu mu, ağlayıp inlemeleri hep unutulur gider! (T.M.)
-
سالها مردی که در شهری بود ** یک زمان که چشم در خوابی رود
- Bir kimse, yıllarca bir şehirde otursa, hatta orada doğsa büyüse, sonra rüyasında… (T.M.)
-
شهر دیگر بیند او پر نیک و بد ** هیچ در یادش نیاید شهر خود
- İyi ve kötü şeylerle dolu bir şehir görse, kendi memleketini unutur. (T.M.)
-
که من آنجا بودهام این شهر نو ** نیست آن من درینجاام گرو 3630
- “Bulunduğum şehirde, yıllardan beri oturuyorum. Bu yeni şehir, benim memleketim değildir, ben burada iğreti bulunuyorum” demez. (T.M.)
-
بل چنان داند که خود پیوسته او ** هم درین شهرش به دست ابداع و خو
- Belki, daimi surette, gördüğü o yeni şehirde bulunmuş olduğunu zanneder. (T.M.)
-
چه عجب گر روح موطنهای خویش ** که بدستش مسکن و میلاد پیش
- Ruh da, doğup yer tuttuğu gayb âlemini, o eski vatanını, unutup bu dünyaya meyil gösterirse şaşılmaz. (T.M.)
-
مینیارد یاد کین دنیا چو خواب ** میفرو پوشد چو اختر را سحاب
- Çünkü bulutun yıldızları örttüğü gibi, uykuda, o eski vatanını hatırından çıkartır. (T.M.)
-
خاصه چندین شهرها را کوفته ** گردها از درک او ناروفته
- Hususiyle ruh, bu âleme gelinceye kadar birçok makama ayak basmıştır ki, o makamların tozu, hala onun idrakinden silinmemiştir.(T.M.)
-
اجتهاد گرم ناکرده که تا ** دل شود صاف و ببیند ماجرا 3635
- İnsan, başından geçenleri bilmek için, sıkı bir azimle işe girişip gönlünü arıtmamıştır ki! (T.M.)
-
سر برون آرد دلش از بخش راز ** اول و آخر ببیند چشم باز
- Mücahade ile bir ruhun kalbi, esrar penceresinden başını çıkarır da, açılan gözü, evveli ve ahiri görür. (T.M.)
-
اطوار و منازل خلقت آدمی از ابتدا
-
آمده اول به اقلیم جماد ** وز جمادی در نباتی اوفتاد
- Ruh-i insanî, evvela “Cemat” mertebesine geldi, oradan “Nebatat” mertebesine intikal etti. (T.M.)
-
سالها اندر نباتی عمر کرد ** وز جمادی یاد ناورد از نبرد
- Yıllarca “Nebatat” âleminde yaşadı da, “Cemat” âleminde bulunduğunu hatırlamadı. Hatta “Cemat” ile harbetti. (T.M.)
-
وز نباتی چون به حیوانی فتاد ** نامدش حال نباتی هیچ یاد
- “Nebatat” âleminden, “Hayvanat” âlemine intikal edince, bu defa da, “Nebat” âleminde bulunmuş olduğu hatırına gelmedi. (T.M.)
-
جز همین میلی که دارد سوی آن ** خاصه در وقت بهار و ضیمران 3640
- Ancak, nebatata karşı, hususiyle baharda çiçeklerin açıldığı devrede bir meyli vardır. (T.M.)