English    Türkçe    فارسی   

4
3695-3719

  • بی‌تعلق نیست مخلوقی بدو ** آن تعلق هست بی‌چون ای عمو 3695
  • Hiçbir mahluk, ona alakasız değildir. Lakin bu alaka, keyfiyetsizdir. (T.M.)
  • زانک فصل و وصل نبود در روان ** غیر فصل و وصل نندیشد گمان
  • Zira ruhta ne kavuşma vardır, ne ayrılma... Fakat zan, ayrılmak ve kavuşmaktan başka bir şey bilmez! (T.M.)
  • غیر فصل و وصل پی بر از دلیل ** لیک پی بردن بننشاند غلیل
  • Ayrılma ve kavuşmadan başka bir delil ara. Lakin kavuşma ile ayrılmadan başka delil aramak, hastayı teskin eylemez. (T.M.)
  • پی پیاپی می‌بر ار دوری ز اصل ** تا رگ مردیت آرد سوی وصل
  • Asıldan uzaksan, yakınlığa doğru daima iz ara ki, sendeki erlik damarı, seni vuslata götürsün. (T.M.)
  • این تعلق را خرد چون ره برد ** بسته‌ی فصلست و وصلست این خرد
  • Bu manevî alakayı, akıl nasıl anlayabilir? Çünkü o, ayrılığa ve bitişik olmaya bağlıdır. (T.M.)
  • زین وصیت کرد ما را مصطفی ** بحث کم جویید در ذات خدا 3700
  • Bundan dolayı, Hz. Mustafa s.a.v. “Allah’ın zatına dair mübahase etmeyin” diye, bize vasiyet etmiştir. (T.M.)
  • آنک در ذاتش تفکر کردنیست ** در حقیقت آن نظر در ذات نیست
  • Zatı ve mahiyeti ile tefekkür edilebilen şeylere karşı olan bakış ve görüş, Hakk’ın zatına olamaz ve göremez. (T.M.)
  • هست آن پندار او زیرا به راه ** صد هزاران پرده آمد تا اله
  • Çünkü düşünenin zannı ve düşüncesi, ancak yola taalluk eder. O zan ve düşünce ile Zat-ı ilahî arasında ise, yüzbinlerce perde vardır. (T.M.)
  • هر یکی در پرده‌ای موصول خوست ** وهم او آنست که آن خود عین هوست
  • Herkes bir perde ile örtülmüştür. “Hakk’ın hakikatine vasıl oldum” zannı, kendi vehmidir. (T.M.)
  • پس پیمبر دفع کرد این وهم از او ** تا نباشد در غلط سوداپز او
  • Bu yüzden, anlayışın idraki yanılmasın diye, Hz. Peygamber (T.M.)
  • وانکه اندر وهم او ترک ادب ** بی‌ادب را سرنگونی داد رب 3705
  • Vehminde edepsizlik bulunan kimseyi, Rabbin hışmı baş aşağı (T.M.)
  • سرنگونی آن بود کو سوی زیر ** می‌رود پندارد او کو هست چیر
  • Baş aşağı oluş, aşağılara doğru gitmektir. Hâlbuki böyle olan kimse, kendisini yükseliyorum zanneder. (T.M.)
  • زانک حد مست باشد این چنین ** کو نداند آسمان را از زمین
  • در عجبهااش به فکر اندر روید ** از عظیمی وز مهابت گم شوید
  • Allah’ın şaşılacak kudretini ve garip mahlukatını düşünün de, yüceliği karşısında, kendinizi kaybedin! (T.M.)
  • چون ز صنعش ریش و سبلت گم کند ** حد خود داند ز صانع تن زند
  • Cenab-ı Hakk’ın kemal sıfatını düşünen kimse, sakalını, bıyığını kaybeder. (T.M.)
  • جز که لا احصی نگوید او ز جان ** کز شمار و حد برونست آن بیان 3710
  • O kimse, candan ve gönülden: “Ben seni övemem” demekten başka bir şey yapamaz. Çünkü Zat-ı ilahînin beyanı, sayıdan ve hesaptan ötedir. (T.M.)
  • رفتن ذوالقرنین به کوه قاف و درخواست کردن کی ای کوه قاف از عظمت صفت حق ما را بگو و گفتن کوه قاف کی صفت عظمت او در گفت نیاید کی پیش آنها ادراکها فدا شود و لابه کردن ذوالقرنین کی از صنایعش کی در خاطر داری و بر تو گفتن آن آسان‌تر بود بگوی
  • Zülkarneyn'in Kafdağına gitmesi ve "Ey Kafdağı, bize Allah'nın ululuğundan bahset" demesi, dağın da "Onun ululuğu söze gelmez.. o ululuk karşısında anlayışlar yok olur" diye cevap vermesi, Zülkarneyn'in "Bari hatırında olan ve sence söylemesi kolay bulunan Allah sanatlarından bahset" diye yalvarması.
  • رفت ذوالقرنین سوی کوه قاف ** دید او را کز زمرد بود صاف
  • Zülkarneyn, Kaf dağına gitti... o dağın saf zümrütten olduğunu gördü.
  • گرد عالم حلقه گشته او محیط ** ماند حیران اندر آن خلق بسیط
  • Bütün âlemi halka gibi çepeçevre çevirmişti... Zülkarneyn, o dağı görüp şaşırdı.
  • گفت تو کوهی دگرها چیستند ** که به پیش عظم تو بازیستند
  • Dedi ki: Sen dağsan öbür dağlar ne? Onlar senin yanında bir oyuncak âdeta!
  • گفت رگهای من‌اند آن کوهها ** مثل من نبوند در حسن و بها
  • Kaf dağı dedi ki: O dağlar, benim damarlarımdır... onlar, güzellikte, alımda bana eş olmazlar.
  • من به هر شهری رگی دارم نهان ** بر عروقم بسته اطراف جهان 3715
  • Benim her şehirde gizli bir damarım vardır... âlemin çevresi damarlarıma bağlıdır.
  • حق چو خواهد زلزله‌ی شهری مرا ** گوید او من بر جهانم عرق را
  • Allah, bir şehirde yer deprentisi yapmak isterse bana söyler, ben oraya varan damarı oynatırım.
  • پس بجنبانم من آن رگ را بقهر ** که بدان رگ متصل گشتست شهر
  • O şehre ulaşan damarı kahırla oynattım mı orada yer deprenir.
  • چون بگوید بس شود ساکن رگم ** ساکنم وز روی فعل اندر تگم
  • Allah yeter deyince damarım yatışır... durur görünürüm ama daima işteyim ben!
  • هم‌چو مرهم ساکن و بس کارکن ** چون خرد ساکن وزو جنبان سخن
  • Merhem gibi dururum ama hayli iş görürüm... akıl gibi hani; o da durur ama söz, ondan doğar, harekete gelir.