English    Türkçe    فارسی   

4
3748-3772

  • پس تو حیران باش بی‌لا و بلی ** تا ز رحمت پیشت آید محملی
  • Şu halde sen evet, hayır demeksizin hayran ol da Allah rahmetinden önüne bir binek gelsin!
  • چون ز فهم این عجایب کودنی ** گر بلی گویی تکلف می‌کنی
  • Bu şaşılacak şeyleri anlamada acizsen evet demen tekellüme sapmandır.
  • ور بگویی نی زند نی گردنت ** قهر بر بندد بدان نی روزنت 3750
  • 3750.Evet demez de hayır dersen o sözde boynunu vurur... o hayır sözü yüzünden Allahnın kahrı, senin pencereni kapatır.
  • پس همین حیران و واله باش و بس ** تا درآید نصر حق از پیش و پس
  • Şu halde hemen öylece hayran ol yalnız! Hayran ol ki önden arttan Allah yardımı gelsin.
  • چونک حیران گشتی و گیج و فنا ** با زبان حال گفتی اهدنا
  • Hayran olur şaşırır kalır, varlığından geçersen hal dili ile "Yarabbi bizi doğru yola götür" dersin!
  • زفت زفتست و چو لرزان می‌شوی ** می‌شود آن زفت نرم و مستوی
  • Bu iş pek büyüktür, pek büyük... fakat titremeye başladın mı o büyük şey, sana yumuşar, dümdüz olur.
  • زانک شکل زفت بهر منکرست ** چونک عاجز آمدی لطف و برست
  • Çünkü bu büyüklük, münkire göredir... âciz oldun mu lûtuftur, ihsandır o.
  • نمودن جبرئیل علیه‌السلام خود را به مصطفی صلی‌الله علیه و سلم به صورت خویش و از هفتصد پر او چون یک پر ظاهر شد افق را بگرفت و آفتاب محجوب شد با همه شعاعش
  • Cebrail aleyhisselâm'ın kendisini Mustafa sallallahû aleyhi vesellem'e kendi suretiyle göstermesi ve yediyüz kanadından bir tanesi görününce ufku kaplaması ve bütün parlaklığıyle beraber güneşin görünmez bir hale gelmesi.
  • مصطفی می‌گفت پیش جبرئیل ** که چنانک صورت تست ای خلیل 3755
  • Mustafa Cebrail'e "Ey dost, suretin nasıl...
  • مر مرا بنما تو محسوس آشکار ** تا ببینم مر ترا نظاره‌وار
  • Apâşikar olarak bana öyle görün de seni göreyim, sana bakayım " dedi.
  • گفت نتوانی و طاقت نبودت ** حس ضعیفست و تنک سخت آیدت
  • Cebrail dedi ki: "Takatın yoktur göremezsin... duygu zayıftır, pek yufkadır!"
  • گفت بنما تا ببیند این جسد ** تا چد حد حس نازکست و بی‌مدد
  • Peygamber "Görün bakayım da bu beden, duygunun ne derece zayıf ve kuvvetsiz olduğunu anlasın" dedi.
  • آدمی را هست حس تن سقیم ** لیک در باطن یکی خلقی عظیم
  • İnsanın bedenine Ait duygusu noksandır. Fakat içinde pek ulu, güzel bir huy vardır.
  • بر مثال سنگ و آهن این تنه ** لیک هست او در صفت آتش‌زنه 3760
  • İnsanın bedeni ile ruhu taşla demire benzer. Fakat bu taşla demir, sıfat ve eser bakımından bir çakmaktır.
  • سنگ وآهن مولد ایجاد نار ** زاد آتش بر دو والد قهربار
  • Ateş, taşla demirden doğar... doğar da bu iki babaya kahırlar yağdırır!
  • باز آتش دستکار وصف تن ** هست قاهر بر تن او و شعله‌زن
  • Ateş, bedene ait bir sıfattır... fakat bedeni kahreder, alevler çıkarır!
  • باز در تن شعله ابراهیم‌وار ** که ازو مقهور گردد برج نار
  • Öyle olduğu halde yine bedende öyle bir ışık vardır ki ışık, İbrahim gibi ateş burcunu kahreder!
  • لاجرم گفت آن رسول ذو فنون ** رمز نحن الاخرون السابقون
  • Hâsılı o bilgili peygamber "Biz, ileri gidenlerin artta gelenleriyiz" remzini söyledi.
  • ظاهر این دو بسندانی زبون ** در صفت از کان آهنها فزون 3765
  • Görünüşte bu ikisi de bir örse zebundur ama sıfat ve tesir bakımından demir madenlerinden bile üstündür.
  • پس به صورت آدمی فرع جهان ** وز صفت اصل جهان این را بدان
  • İşte insan da görünüşte cihanın fer'i dir... fakat sıfat bakımından insanı, cihanın, aslı bil!
  • ظاهرش را پشه‌ای آرد به چرخ ** باطنش باشد محیط هفت چرخ
  • İnsan zâhiren bir sivri sineğin tesiriyle mustarip olur; fakat içyüzü, yedi kat göğü bile kaplamıştır.
  • چونک کرد الحاح بنمود اندکی ** هیبتی که که شود زومند کی
  • Peygamber, Cebrail'in asli suretiyle görünmesine ısrar edince Cebrail, birazcık göründü... fakat öyle heybetliydi ki dağ bile görse paramparça olurdu.
  • شهپری بگرفته شرق و غرب را ** از مهابت گشت بیهش مصطفی
  • Bir kanadı doğuydu, batıyı kaplayıverdi... Mustafa, görünce heybetinden kendinden geçti.
  • چون ز بیم و ترس بیهوشش بدید ** جبرئیل آمد در آغوشش کشید 3770
  • Cebrail Mustafa'yı korkusundan baygın bir halde görünce kucakladı, bağrına bastı.
  • آن مهابت قسمت بیگانگان ** وین تجمش دوستان را رایگان
  • O heybet, yabancıların nasibi... bu lûtufsa dostların kısmeti!
  • هست شاهان را زمان بر نشست ** هول سرهنگان و صارمها به دست
  • Padişahlar, tahtlarına, oturdular mı çevrelerinde ellerinde kılıçları bulunan heybetli çavuşlar bulunur.