-
بانگ چاوشان و آن چوگانها ** که شود سست از نهیبش جانها
- Çavuşların seslerinden, çevgânlarından canlar ürker, heybetlerinden herkes korkar!
-
این برای خاص وعام رهگذر ** که کندشان از شهنشاهی خبر 3775
- Fakat bu yoldaki alelâde, yahut ileri gelen halka, padişahlar padişahından haber vermek içindir.
-
از برای عام باشد این شکوه ** تا کلاه کبر ننهند آن گروه
- Bu heybet, halk ululanmasın, kimse başına ululuk külâhını giymesin diyedir, halka bir gösteriştir.
-
تا من و ماهای ایشان بشکند ** نفس خودبین فتنه و شر کم کند
- Bu suretle onların benliğinin kırılması, kendini görüp beğenen nefsin, az fesatta bulunması, az kötülük etmesi istenir.
-
شهر از آن آمن شود کان شهریار ** دارد اندر قهر زخم و گیر و دار
- Padişahın kahır zamanı kudreti ve gazabı bulunduğu bu suretle halka bildirilmiş olur da şehir emniyette kalır.
-
پس بمیرد آن هوسها در نفوس ** هیبت شه مانع آید زان نحوس
- Böyle nefislerdeki kötülük hevesleri ölür... padişahın heybeti, o kötülüklere mâni olur.
-
باز چون آید به سوی بزم خاص ** کی بود آنجا مهابت یا قصاص 3780
- Fakat padişah hususi meclislere geldi mi orada heybet mi kalır, kısas mı?
-
حلم در حلمست و رحمتها به جوش ** نشنوی از غیر چنگ و ناخروش
- Padişah orada pek halimdir; merhametleri coşar... âlemde ancak çenkle neyin coşkunluğunu işitirsin.
-
طبل و کوس هول باشد وقت جنگ ** وقت عشرت با خواص آواز چنگ
- Savaş zamanında heybetli davullar, kösler çalınır... işret zamanında da ileri gelenlerle konuşulur, çenk sesi duyulur.
-
هست دیوان محاسب عام را ** وان پری رویان حریف جام را
- Halka soru, hesap divanı... peri yüzlü güzellere de şarap kadehi!
-
آن زره وآن خود مر چالیشراست ** وین حریر و رود مر تعریشراست
- O zırh, o tulga savaşta giyilir... bu ipekli kumaşlarla çalgı padişahın sayvanında giyilip çalınır.
-
این سخن پایان ندارد ای جواد ** ختم کن والله اعلم بالرشاد 3785
- Ey cömert er, bu sözün sonu yoktur... Allah, doğruyu daha iyi bilir ya, bitir artık bu sözü!
-
اندر احمد آن حسی کو غاربست ** خفته این دم زیر خاک یثربست
- Hazreti Ahmet'teki o batmış olan duygu, şimdi Medine topraklarında uyumakta...
-
وآن عظیم الخلق او کان صفدرست ** بیتغیر مقعد صدق اندرست
- Saflar yaran o ulu huysa hiç değişmemiş... doğruluk makamında!
-
جای تغییرات اوصاف تنست ** روح باقی آفتابی روشنست
- Değişenler bedene ait sıfatlar... baki olan ruhsa apaydın bir güneş.
-
بی ز تغییری که لا شرقیة ** بی ز تبدیلی که لا غربیة
- O hiç değişmez, hiç başka bir hale gelmez... çünkü ne doğudandır ne batıdan!
-
آفتاب از ذره کی مدهوش شد ** شمع از پروانه کی بیهوش شد 3790
- Hiç güneş zerreden kendini kaybeder mi? Hiç ışık pervaneye bakıp da kendinden geçer mi?
-
جسم احمد را تعلق بد بدآن ** این تغیر آن تن باشد بدان
- Hazreti Ahmet'in bedeninin o yüce ruhla alâkası vardı... bu değişme, bil ki bedene ait bir haldir.
-
همچو رنجوری و همچون خواب و درد ** جان ازین اوصاف باشد پاک و فرد
- Hastalık gibi, uyku ve ağrı gibi... can bu sıfatlardan arıdır.
-
خود نتانم ور بگويم وصف جان ** زلزله افتد در اين كون و مكان
- Anlatamam... yoksa canın vasfına bir girişsem bu dünyaya da deprenti düşer, oluş âlemine de!
-
روبهش گر یک دمی آشفته بود ** شیر جان مانا که آن دم خفته بود
- Onun tilkisi bir an perişan olduysa can aslanı o anda uykuda olmalı herhalde.
-
خفته بود آن شیر کز خوابست پاک ** اینت شیر نرمسار سهمناک 3795
- Uykudan münezzeh olan o aslan uykudaydı. İşte sana hem yumuşak ve hilm, hem de korkunç ve heybetli bir aslan!
-
خفته سازد شیر خود را آنچنان ** که تمامش مرده دانند این سگان
- Aslan kendini öylece uyur gösterir... bütün bu köpekler de sahiden uyuyor, hatta ölmüş sanırlar!
-
ورنه در عالم کرا زهره بدی ** که ربودی از ضعیفی تربدی
- Yoksa âlemde kimin ne kudreti olurdu ki bir zayıftan en ehemmiyetsiz şeyi bile çalıp çırpsın!
-
کف احمد زان نظر مخدوش گشت ** بحر او از مهر کف پرجوش گشت
- Cebrail'e baktı da Hazreti Ahmet'in ancak köpüğü yaralandı... denizi köpük sevgisiyle coştu, köpürdü.