-
حادثات اغلب به شب واقع شود ** وان زمان معبود تو غایب بود
- Hadiselerin çoğu da hep geceleyin olur... Hâlbuki geceleyin taptığın Allah ortada yoktur.
-
سوی حق گر راستانه خم شوی ** وا رهی از اختران محرم شوی
- Allah’a gönül doğruluğu ile eğilirsen yıldızlardan kurtulur, Allah’a mahrem olursun!
-
چون شوی محرم گشایم با تو لب ** تا ببینی آفتابی نیمشب
- Mahrem oldun mu sana ağız açar, sırları söylerim... Bu suretle gece yarısı bir güneş görürsün sen!
-
جز روان پاک او را شرق نه ** در طلوعش روز و شب را فرق نه 585
- Onun, temiz ruhtan başka doğuşu... Yok doğmasında da geceyle gündüz farkı olamaz.
-
روز آن باشد که او شارق شود ** شب نماند شب چو او بارق شود
- Gündüz, onun doğduğu zamana derler... Geceleyin doğdu, parladı mı ortada gece kalmaz.
-
چون نماید ذره پیش آفتاب ** همچنانست آفتاب اندر لباب
- Bu görünen güneş, o güneşin önünde adeta güneşe karşı zerre nasıl görünürse öyle görünür!
-
آفتابی را که رخشان میشود ** دیده پیشش کند و حیران میشود
- Âlemi aydınlatan, parlatan bu güneşin gözü, o güneşi görünce kamaşır şaşırır kalır!
-
همچو ذره بینیش در نور عرش ** پیش نور بی حد موفور عرش
- Arşın nuruna... Arşın o sonsuz ve hadsiz ışığına karşı bu güneşi bir zerre gibi görürsün!
-
خوار و مسکین بینی او را بیقرار ** دیده را قوت شده از کردگار 590
- Göze Allah’tan bir kuvvet gelince zahiri güneşi hor ve yoksul görür, bayağı bulursun!
-
کیمیایی که ازو یک ماثری ** بر دخان افتاد گشت آن اختری
- Allah, öyle bir kimyagerdir ki onun bir tesiriyle duman, yıldız haline gelmiştir...
-
نادر اکسیری که از وی نیم تاب ** بر ظلامی زد به گردش آفتاب
- Öyle bir görülmedik iksiri vardır ki karanlığı güneş haline getirmiştim.
-
بوالعجب میناگری کز یک عمل ** بست چندین خاصیت را بر زحل
- Bir acayip sanatkârdır ki bir sanatıyla zühale bu kadar hassa vermiştir...
-
باقی اخترها و گوهرهای جان ** هم برین مقیاس ای طالب بدان
- Artık sen öbür can yıldızlarıyla can incilerini de var, buna kıyas et!
-
دیدهی حسی زبون آفتاب ** دیدهی ربانیی جو و بیاب 595
- Duygu gözü, güneşe zebundur; ilahi bir göz ara, ilahi bir göz bul da,
-
تا زبون گردد به پیش آن نظر ** شعشعات آفتاب با شرر
- Onun bakışına karşı şimşekler saçan güneşin nurları zebun olsun!
-
که آن نظر نوری و این ناری بود ** نار پیش نور بس تاری بود
- O bakış nura mensuptur, bu bakış, nâra... Ateş, nura karşı adamakıllı kara görünür!
-
کرامات و نور شیخ عبدالله مغربی قدس الله سره
- Allah sırrını kutlasın, Şeyh Abdullah-ı Mağribi’nin kerametleri
-
گفت عبدالله شیخ مغربی ** شصت سال از شب ندیدم من شبی
- Şeyh Abdullah-ı Mağribi dedi ki: “Altmış yıldır ben gece nedir, görmedim.
-
من ندیدم ظلمتی در شصت سال ** نه به روز و نه به شب نه ز اعتلال
- Bu altmış yıl içinde ne gündüz, ne de gece... Hiçbir sebeple bir karanlığa düşmedim.”
-
صوفیان گفتند صدق قال او ** شب همیرفتیم در دنبال او 600
- Sofiler de şeyhin sözünün doğruluğunu söylemişler, demişlerdi ki: “Geceleri ardında giderdik.”
-
در بیابانهای پر از خار و گو ** او چو ماه بدر ما را پیشرو
- Dikenlerle, çukurlarla dolu olan çöllerde yürürdük... O, dolunay gibi önümüzde giderdi.
-
روی پس ناکرده میگفتی به شب ** هین گو آمد میل کن در سوی چپ
- Yüzünü geriye çevirmeden gece vakti, “Dikkat edin, önünüzde çukur var, sola doğru yürüyün” derdi.
-
باز گفتی بعد یک دم سوی راست ** میل کن زیرا که خاری پیش پاست
- Bir an sonra da “Sağa gidin, ayağımızın altında diken var” diye seslenirdi.
-
روز گشتی پاش را ما پایبوس ** گشته و پایش چو پاهای عروس
- Gündüz olur, biz ayağını öperdik... Görürdük ki ayakları gelin ayağı gibi!
-
نه ز خاک و نه ز گل بر وی اثر ** نه از خراش خار و آسیب حجر 605
- Ne topraktan eser var, ne çamurdan... Ne diken yırtmış, ne taş yaralamış!
-
مغربی را مشرقی کرده خدای ** کرده مغرب را چو مشرق نورزای
- Allah, Mağribî’yi maşrıkî etmişti... Batıyı ona doğu gibi nurlar saçan bir hale getirmişti!