همچو ذره بینیش در نور عرش ** پیش نور بی حد موفور عرش
Arşın nuruna... Arşın o sonsuz ve hadsiz ışığına karşı bu güneşi bir zerre gibi görürsün!
خوار و مسکین بینی او را بیقرار ** دیده را قوت شده از کردگار590
Göze Allah’tan bir kuvvet gelince zahiri güneşi hor ve yoksul görür, bayağı bulursun!
کیمیایی که ازو یک ماثری ** بر دخان افتاد گشت آن اختری
Allah, öyle bir kimyagerdir ki onun bir tesiriyle duman, yıldız haline gelmiştir...
نادر اکسیری که از وی نیم تاب ** بر ظلامی زد به گردش آفتاب
Öyle bir görülmedik iksiri vardır ki karanlığı güneş haline getirmiştim.
بوالعجب میناگری کز یک عمل ** بست چندین خاصیت را بر زحل
Bir acayip sanatkârdır ki bir sanatıyla zühale bu kadar hassa vermiştir...
باقی اخترها و گوهرهای جان ** هم برین مقیاس ای طالب بدان
Artık sen öbür can yıldızlarıyla can incilerini de var, buna kıyas et!
دیدهی حسی زبون آفتاب ** دیدهی ربانیی جو و بیاب595
Duygu gözü, güneşe zebundur; ilahi bir göz ara, ilahi bir göz bul da,
تا زبون گردد به پیش آن نظر ** شعشعات آفتاب با شرر
Onun bakışına karşı şimşekler saçan güneşin nurları zebun olsun!
که آن نظر نوری و این ناری بود ** نار پیش نور بس تاری بود
O bakış nura mensuptur, bu bakış, nâra... Ateş, nura karşı adamakıllı kara görünür!
کرامات و نور شیخ عبدالله مغربی قدس الله سره
Allah sırrını kutlasın, Şeyh Abdullah-ı Mağribi’nin kerametleri
گفت عبدالله شیخ مغربی ** شصت سال از شب ندیدم من شبی
Şeyh Abdullah-ı Mağribi dedi ki: “Altmış yıldır ben gece nedir, görmedim.
من ندیدم ظلمتی در شصت سال ** نه به روز و نه به شب نه ز اعتلال
Bu altmış yıl içinde ne gündüz, ne de gece... Hiçbir sebeple bir karanlığa düşmedim.”
صوفیان گفتند صدق قال او ** شب همیرفتیم در دنبال او600
Sofiler de şeyhin sözünün doğruluğunu söylemişler, demişlerdi ki: “Geceleri ardında giderdik.”
در بیابانهای پر از خار و گو ** او چو ماه بدر ما را پیشرو
Dikenlerle, çukurlarla dolu olan çöllerde yürürdük... O, dolunay gibi önümüzde giderdi.
روی پس ناکرده میگفتی به شب ** هین گو آمد میل کن در سوی چپ
Yüzünü geriye çevirmeden gece vakti, “Dikkat edin, önünüzde çukur var, sola doğru yürüyün” derdi.
باز گفتی بعد یک دم سوی راست ** میل کن زیرا که خاری پیش پاست
Bir an sonra da “Sağa gidin, ayağımızın altında diken var” diye seslenirdi.
روز گشتی پاش را ما پایبوس ** گشته و پایش چو پاهای عروس
Gündüz olur, biz ayağını öperdik... Görürdük ki ayakları gelin ayağı gibi!
نه ز خاک و نه ز گل بر وی اثر ** نه از خراش خار و آسیب حجر605
Ne topraktan eser var, ne çamurdan... Ne diken yırtmış, ne taş yaralamış!
مغربی را مشرقی کرده خدای ** کرده مغرب را چو مشرق نورزای
Allah, Mağribî’yi maşrıkî etmişti... Batıyı ona doğu gibi nurlar saçan bir hale getirmişti!
نور این شمس شموسی فارس است ** روز خاص و عام را او حارس است
Bu serkeş güneşin nuru, aşk meydanının öyle bir atıdır ki halkın ileri gidenlerinin gününü de o korur, geri kalanların gününü de o!
چون نباشد حارس آن نور مجید ** که هزاران آفتاب آرد پدید
O yüce nur nasıl korumaz ki binlerce güneşi izhar eden odur.
تو به نور او همی رو در امان ** در میان اژدها و کزدمان
Sen onun nuru ile emniyet içinde yürüye dur... Ejderhalar, akrepler arasında yol almaya bak!
پیش پیشت میرود آن نور پاک ** میکند هر رهزنی را چاکچاک610
O pak nur, senin önünde gider durur... Her yol vuranı tutar, paramparça eder!
یوم لا یخزی النبی راست دان ** نور یسعی بین ایدیهم بخوان
“Allah, kıyamet gününde Peygamberini utandırmaz” ayetini doğru bil; “Müminlerin nurları, önlerinde ve sağlarında yürür yollarını aydınlatır” ayetini oku!
گرچه گردد در قیامت آن فزون ** از خدا اینجا بخواهید آزمون
O nur kıyamette çoğalır ama Allah’tan o nuru burada da istemeli!
کو ببخشد هم به میغ و هم به ماغ ** نور جان والله اعلم بالبلاغ
Çünkü Allah istenen şeye delalet etmeyi daha iyi bilir ama buluta da can nuru bağışlar karanlığa da!
بازگردانیدن سلیمان علیهالسلام رسولان بلقیس را به آن هدیهها کی آورده بودند سوی بلقیس و دعوت کردن بلقیس را به ایمان و ترک آفتابپرستی
Süleyman aleyhisselâm’ın Belkis’in elçilerini, getirdikleri hediyelerle beraber Belkis’e göndermesi ve Belkis’i güneşe tapmadan vazgeçip Allah’a inanmaya davet etmesi