English    Türkçe    فارسی   

4
6-30

  • چون چنین خواهی خدا خواهد چنین ** می‌دهد حق آرزوی متقین
  • Mademki sen böyle istiyorsun. Allah da böyle istiyor... Allah, takva sahiplerinin dileğini ihsan eder.
  • کان لله بوده‌ای در ما مضی ** تا که کان الله پیش آمد جزا
  • Evvelce sen, varlığını Allah’a verdin... Karşılık olarak Allah da varlığını sana verdi.
  • مثنوی از تو هزاران شکر داشت ** در دعا و شکر کفها بر فراشت
  • Mesnevi, sana binlerce şükretmede... Ellerini kaldırıp dualar eylemede...
  • در لب و کفش خدا شکر تو دید ** فضل کرد و لطف فرمود و مزید
  • Allah, Mesnevi’nin diliyle, eliyle sana şükrettiğini gördü de ihsanlarda bulundu, lütuflar etti, keremini çoğalttı.
  • زانک شاکر را زیادت وعده است ** آنچنانک قرب مزد سجده است 10
  • Çünkü Allah, şükredenin nimetini çoğaltmayı vadetmiştir. Nitekim secdenin karşılığı, Allah’a yakın olmaktır.
  • گفت واسجد واقترب یزدان ما ** قرب جان شد سجده ابدان ما
  • Allah’ımız “Secde et de yaklaş” dedi... Bedenlerimizin secde etmesi, canlarımızın Allah’a yaklaşmasına sebeptir.
  • گر زیادت می‌شود زین رو بود ** نه از برای بوش و های و هو بود
  • Mesnevi, ziyadeleşiyorsa, uzuyorsa bu yüzden ziyadeleşiyor, bu yüzden uzuyor... Fazla ve büyük görünmek için değil!
  • با تو ما چون رز به تابستان خوشیم ** حکم داری هین بکش تا می‌کشیم
  • Üzüm çubuğu, yazdan nasıl hoşlanırsa, onunla nasıl bağdaşmışsa biz de seninle öyle bağdaşmışız, senden öyle hoşlanmaktayız... İstiyorsan emret, çek de çekip götürelim!
  • خوش بکش این کاروان را تا به حج ** ای امیر صبر مفتاح الفرج
  • Ey sabır, varlığın anahtarıdır sırrının emîri, bu kervanı güzel güzel ta hacca kadar çek, götür!
  • حج زیارت کردن خانه بود ** حج رب البیت مردانه بود 15
  • Hac, Allah evini ziyarettir, ev sahibini ziyaretse erliktir.
  • زان ضیا گفتم حسام‌الدین ترا ** که تو خورشیدی و این دو وصفها
  • Hüsameddin, sen bir güneşsin, onun için sana ziya dedim... bu iki söz, Hüsam ve Ziya, senin vasıflarındır.
  • کین حسام و این ضیا یکیست هین ** تیغ خورشید از ضیا باشد یقین
  • Bu Hüsam ve Ziya birdir... Şüphe yok ki güneşin kılıcı ziyadandır.
  • نور از آن ماه باشد وین ضیا ** آن خورشید این فرو خوان از نبا
  • Nur, ayındır, bu ziya da güneşin... Kuran’ı oku da bak!
  • شمس را قرآن ضیا خواند ای پدر ** و آن قمر را نور خواند این را نگر
  • Babacığım, Kuran güneşe ziya dedi, aya da nur... hele bak da gör!
  • شمس چون عالی‌تر آمد خود ز ماه ** پس ضیا از نور افزون دان به جاه 20
  • Güneş, aydan daha üstündür ya... Şu halde Ziya’yı da mertebe bakımından nurdan üstün bil!
  • بس کس اندر نور مه منهج ندید ** چون برآمد آفتاب آن شد پدید
  • Hiç kimse gidilecek yolu ay ışığıyla görmedi de güneş doğunca yol meydana çıktı, göründü.
  • آفتاب اعواض را کامل نمود ** لاجرم بازارها در روز بود
  • Güneş, alınacak, satılacak şeyleri güzelce gösterdi de bu yüzden pazarlar gündüzleri kuruldu.
  • تا که قلب و نقد نیک آید پدید ** تا بود از غبن و از حیله بعید
  • Kalp akçeyle sağlam akçe iyice ayırt edilsin, kimse hileye kapılmasın, aldanmasın diye.
  • تا که نورش کامل آمد در زمین ** تاجران را رحمة للعالمین
  • Güneşin nuru yeryüzüne adamakıllı vurdu, alışveriş edenler için âlemlere rahmet kesildi.
  • لیک بر قلاب مبغوضست و سخت ** زانک ازو شد کاسد او را نقد و رخت 25
  • Fakat bu, kalpazanların istemedikleri bir şeydir. Onlara pek ağır gelir bu iş... Çünkü güneşin nuru, onların işine kesat verir, kalp akçeleri görünür, fark edilir de geçmez olur?
  • پس عدو جان صرافست قلب ** دشمن درویش کی بود غیر کلب
  • Kalp akçe, sarrafın can düşmanıdır... Yoksula köpekten başkası düşman olur mu?
  • انبیا با دشمنان بر می‌تنند ** پس ملایک رب سلم می‌زنند
  • Peygamberler, düşmanlarla savaşırlar... Melekler de “Yarabbi, sen koru!” diye dua ederler.
  • کین چراغی را که هست او نور کار ** از پف و دمهای دزدان دور دار
  • Allah’ın pek nurlu olan bu kandili hırsızların üflemesinden, onların nefesinden uzak tut!
  • دزد و قلابست خصم نور بس ** زین دو ای فریادرس فریاد رس
  • Hırsız ve kalpazan, nura düşmandır vesselâm... Ey feryada yetişen Allah, sen feryadımıza yetiş!
  • روشنی بر دفتر چارم بریز ** کفتاب از چرخ چارم کرد خیز 30
  • Hüsameddin, bu dördüncü deftere nurlar saç! Çünkü güneş de dördüncü kat gökten doğar, âlemi nurlara gark eder.