English    Türkçe    فارسی   

4
688-712

  • مانده بود از کسب یک دو حبه‌ام ** دوخته در آستین جبه‌ام
  • Kazancımdan elimde bir iki habbe kalmıştı. Onları cübbemin yenine dikmiştim.
  • نیت کردن او کی این زر بدهم بدان هیزم‌کش چون من روزی یافتم به کرامات مشایخ و رنجیدن آن هیزم‌کش از ضمیر و نیت او
  • Dervişin bu parayı şu oduncuya vereyim, çünkü ben şeyhlerin kerametiyle rızık elde ettim demesi, oduncunun, dervişin bu niyetini anlayıp incinmesi
  • آن یکی درویش هیزم می‌کشید ** خسته و مانده ز بیشه در رسید
  • Dervişin biri de odunculuk etmekteydi... Yorgun argın ormandan geldi.
  • پس بگفتم من ز روزی فارغم ** زین سپس از بهر رزقم نیست غم 690
  • Onu görünce dedim ki: Artık benim rızıkla işim yok... Bundan sonra rızık için gam yemiyorum.
  • میوه‌ی مکروه بر من خوش شدست ** رزق خاصی جسم را آمد به دست
  • Kötü meyveler bana güzel ve hoş gelmekte... Hususi bir rızka nail oldum ben.
  • چونک من فارغ شدستم از گلو ** حبه‌ای چندست این بدهم بدو
  • Mademki boğaz derdinden kurtuldum, birkaç habbem var, onları şuna vereyim...
  • بدهم این زر را بدین تکلیف‌کش ** تا دو سه روزک شود از قوت خوش
  • Şu oduncuya bağışlayayım da o da iki üç günceğiz rızık derdinden kurtulsun!
  • خود ضمیرم را همی‌دانست او ** زانک سمعش داشت نور از شمع هو
  • Oduncu içinden geçeni anlıyormuş meğerse... Çünkü kulağı, Allah nuruyla nurlanmış!
  • بود پیشش سر هر اندیشه‌ای ** چون چراغی در درون شیشه‌ای 695
  • Her düşünce, ona göre bir şişe içindeki kandil gibi. Hepsini görüyormuş!
  • هیچ پنهان می‌نشد از وی ضمیر ** بود بر مضمون دلها او امیر
  • İçten geçen ondan saklanamıyor... O, bütün gönüllerden geçenlere emîr kesilmiş!
  • پس همی منگید با خود زیر لب ** در جواب فکرتم آن بوالعجب
  • O sırrına şaşılacak er, benim bu düşünceme karşı ağzının içinden söylenip durmaktaydı.
  • که چنین اندیشی از بهر ملوک ** کیف تلقی الرزق ان لم یرزقوک
  • Padişahlar hakkında böyle düşünüyorsun ha... Onlar, sana rızık vermeseler nasıl rızıklanacaksın ki demekteydi.
  • من نمی‌کردم سخن را فهم لیک ** بر دلم می‌زد عتابش نیک نیک
  • Ben sözünü anlayamıyordum ama azarlanması gönlüme iyice aksediyordu.
  • سوی من آمد به هیبت هم‌چو شیر ** تنگ هیزم را ز خود بنهاد زیر 700
  • Derken aslan gibi heybetle önüme geldi, sırtındaki odun demetini yere bıraktı.
  • پرتو حالی که او هیزم نهاد ** لرزه بر هر هفت عضو من فتاد
  • Odunları yere korken halindeki heybetten yedi azami bir titremedir aldı!
  • گفت یا رب گر ترا خاصان هی‌اند ** که مبارک‌دعوت و فرخ‌پی‌اند
  • Dedi ki: Yarabbi, senin duaları kutlu izleri yomlu has kulların varsa,
  • لطف تو خواهم که میناگر شود ** این زمان این تنگ هیزم زر شود
  • Onların hürmetine lütfunun bir sanat göstermesini diliyorum... şimdicek bu odun yığını altın olsun!
  • در زمان دیدم که زر شد هیزمش ** هم‌چو آتش بر زمین می‌تافت خوش
  • Bunu der demez bir de gördüm ki odunlar altın olmuş, yeryüzünde ateş gibi parlayıp duruyorlar!
  • من در آن بی‌خود شدم تا دیرگه ** چونک با خویش آمدم من از وله 705
  • Ben bunu görünce kendimden geçtim... bir hayli zaman baygın kaldım. O şaşkınlığım geçip kendime gelince,
  • بعد از آن گفت ای خداگر آن کبار ** بس غیورند و گریزان ز اشتهار
  • Dedi ki: Allah’ın o ulular, gayret sahibi ve şöhretten kaçar kişilerse,
  • باز این را بند هیزم ساز زود ** بی‌توقف هم بر آن حالی که بود
  • Onların hürmetine yine bu altını hemen odun yap, eski haline getiriver!
  • در زمان هیزم شد آن اغصان زر ** مست شد در کار او عقل و نظر
  • Bu söz üzerine derhal o altın dallar, yine odun oldu... o erin işini görünce akıl da sarhoş oldu, kendisinden geçti. Bakış da!
  • بعد از آن برداشت هیزم را و رفت ** سوی شهر از پیش من او تیز و تفت
  • Ondan sonra odunlarını yükleyip yürüdü... Hızlı hızlı önümden şehre gitti!
  • خواستم تا در پی آن شه روم ** پرسم از وی مشکلات و بشنوم 710
  • O padişahtan, ardından gidip müşküllerini sormak, sözünü duymak istedim ama,
  • بسته کرد آن هیبت او مر مرا ** پیش خاصان ره نباشد عامه را
  • Heybeti mâni oldu gidemedim... Bayağı kişilerin has erlere varmasına yol yok!
  • ور کسی را ره شود گو سر فشان ** کان بود از رحمت و از جذبشان
  • Eğer biri can- beş vererek yol bulursa bu da onların rahmeti ve cezbesiyle olur.