-
گرچه این کلک قلم خود بیحسیست ** نیست جنس کاتب او را مونسیست 875
- (Belkıs, tahtla aynı cinsten değildi... Doğru, fakat) bu kalem de duygusuzdur, kâtiple aynı cinsten değildir ama ona munistir, eştir, arkadaştır.
-
همچنین هر آلت پیشهوری ** هست بیجان مونس جانوری
- Her sanatın aleti de böyle cansızdır ama canlı olan sanatkârın munisidir.
-
این سبب را من معین گفتمی ** گر نبودی چشم فهمت را نمی
- Anlayış gözünde nem olmasaydı bu sebebi daha açık anlatırdım!
-
از بزرگی تخت کز حد میفزود ** نقل کردن تخت را امکان نبود
- Taht haddinden fazla büyüktü; nakledilmesine imkân yoktu.
-
خرده کاری بود و تفریقش خطر ** همچو اوصال بدن با همدگر
- Pek ince sanatlıydı... Beden gibi eczası, tamamı ile birbirine bitişmişti... Ayrılıp götürülmesi de mümkün değildi, kırılabilirdi.
-
پس سلیمان گفت گر چه فیالاخیر ** سرد خواهد شد برو تاج و سریر 880
- Süleyman dedi ki: Sonunda tahttan da, taçtan da soğuyacak ya!
-
چون ز وحدت جان برون آرد سری ** جسم را با فر او نبود فری
- Can, birlik âlemine ulaşır, o âlemden baş gösterirse birliğin nuruna karşı bedenin nuru kalmaz artık.
-
چون برآید گوهر از قعر بحار ** بنگری اندر کف و خاشاک خوار
- İnci, denizin dibinden çıktı mı denizdeki köpüklerle çer çöpü hor hakir görürsün!
-
سر بر آرد آفتاب با شرر ** دم عقرب را کی سازد مستقر
- Nurlar saçan güneş doğdu, baş gösterdi mi artık akrebin kuyruğunda kim yurt tutmak ister?
-
لیک خود با این همه بر نقد حال ** جست باید تخت او را انتقال
- Fakat bütün bunlarla beraber yine de onun tahtını getirtmek lâzım.
-
تا نگردد خسته هنگام لقا ** کودکانه حاجتش گردد روا 885
- Getirtmeli de buluştuğu vakit üzülmesin... Çocukça dileği yerine gelmiş olsun.
-
هست بر ما سهل و او را بس عزیز ** تا بود بر خوان حوران دیو نیز
- O taht bizce adi bir şey ama onca pek aziz... Ne yapalım, hurilerin sofrasında birde şeytan bulunsun!
-
عبرت جانش شود آن تخت ناز ** همچو دلق و چارقی پیش ایاز
- Hem o nazlı tahtı, sonradan Eyaz’a hırkasıyla çarığı nasıl ibret olduysa ona da ibret olur!
-
تا بداند در چه بود آن مبتلا ** از کجاها در رسید او تا کجا
- Bu tahta bakar da neye tutulduğunu, nereden nereye geldiğini, ne haldeyken ne hale büründüğünü bilir, anlar!
-
خاک را و نطفه را و مضغه را ** پیش چشم ما همیدارد خدا
- Allah da toprağı, meniyi ve et parçasını daima bizim gözümüz önünde tutmuyor mu?
-
کز کجا آوردمت ای بدنیت ** که از آن آید همی خفریقیت 890
- A kötü niyetli bak... Seni ne halden ne hale getirdim? Şimdi onlardan nefret ediyorsun değil mi?
-
تو بر آن عاشق بدی در دور آن ** منکر این فضل بودی آن زمان
- Sen o devirlerde o toprağa, meniye, et parçasına âşıktın... O zamanlar bu kerem ve ihsanı inkâr ediyordun!
-
این کرم چون دفع آن انکار تست ** که میان خاک میکردی نخست
- Önce toprak halindeyken ( ben nereden akıl ve ruh sahibi olacağım diye) inkârda bulunuyordun ya... bu kerem ve ihsan, o inkârını gidermek içindir.
-
حجت انکار شد انشار تو ** از دوا بدتر شد این بیمار تو
- Canlanman, evvelki inkârına karşı reddedilmez bir delildir... Şu hastalığın dermandan da beter oldu ya!
-
خاک را تصویر این کار از کجا ** نطفه را خصمی و انکار از کجا
- Toprağın bu işi yapmasına imkân mı var... Meni, düşmanlıkta bulunur, inkâra düşer mi hiç?
-
چون در آن دم بیدل و بیسر بدی ** فکرت و انکار را منکر بدی 895
- O zamanlar gönülsüz ve ruhsuzdun... Bu yüzden düşünceyi de inkâr ediyordun, inkârı da!
-
از جمادی چونک انکارت برست ** هم ازین انکار حشرت شد درست
- Cemadken insan olacağını inkâr ederdin, şimdi de haşr olmayı inkâr etmede ayak diredin!
-
پس مثال تو چو آن حلقهزنیست ** کز درونش خواجه گوید خواجه نیست
- Sen şuna benzersin: Adam gelir, kapıyı döver de ev sahibi, içerden “Ev sahibi evde yok diye bağırır.
-
حلقهزن زین نیست دریابد که هست ** پس ز حلقه بر ندارد هیچ دست
- Kapıyı döven bu “Ev sahibi evde yok” sözünden anlar ve ev sahibi içerdedir... Halkadan elini çekmez!
-
پس هم انکارت مبین میکند ** کز جماد او حشر صد فن میکند
- Senin inkârın da Allah’ın cemad âleminden yüzlerce haşirde bulunduğunu, yüzlerce can yarattığını gösterir, belli eder!