-
آن بکن که هست مختار نبی ** آن مکن که کرد مجنون و صبی
- Peygamber’in seçtiği işi yap, deliyle çocuğun yaptığını yapma.
-
حفت الجنه بچه محفوف گشت ** بالمکاره که ازو افزود کشت
- “Cennet çevrilmiştir.” Neyle çevrilmiştir? “İnsanın istemediği, hoşlanmadığı şeylerle.” Çünkü, ekin bunlarla çoğalır, gelişir.
-
صد فسون دارد ز حیلت وز دغا ** که کند در سله گر هست اژدها 165
- Şeytan’ın hileyle, zeyreklikle yüzlerce afsunu vardır. Ejderha bile olsa adamı sepete kor.
-
گر بود آب روان بر بنددش ** ور بود حبر زمان برخنددش
- İnsan akar su olsa bağlar, zamanın en akıllı, en bilgin adamı olsa onu yanıltır, güler.
-
عقل را با عقل یاری یار کن ** امرهم شوری بخوان و کار کن
- Aklı bir dostun aklına dost et de “Onların işi danışmakladır” ayetini oku ona göre iş yap!
-
نواختن مصطفی علیهالسلام آن عرب مهمان را و تسکین دادن او را از اضطراب و گریه و نوحه کی بر خود میکرد در خجالت و ندامت و آتش نومیدی
- Mustafa aleyhisselam’ın, O utangaçlık ve nedametle ağlayıp inliyen, ümitsizlik ateşiyle yanıp kavrulan konuk arabı yatıştırıp ona iltifatta bulunması
-
این سخن پایان ندارد آن عرب ** ماند از الطاف آن شه در عجب
- Bu sözün sonu yoktur. Arap o padişahın lütfuna şaşırıp kaldı.
-
خواست دیوانه شدن عقلش رمید ** دست عقل مصطفی بازش کشید
- Deli oluyordu aklı kaçayazdı. Mustafa’nın akıl eli onu geri çekti.
-
گفت این سو آ بیامد آنچنان ** که کسی برخیزد از خواب گران 170
- Bu yana gel dedi, bir kişi ağır bir uykudan nasıl uyanırsa uyandı. O tarafa geldi.
-
گفت این سو آ مکن هین با خود آ ** که ازین سو هست با تو کارها
- Mustafa bu yana gel, bu işi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok işler var dedi.
-
آب بر رو زد در آمد در سخن ** کای شهید حق شهادت عرضه کن
- Yüzüne su serpti, ey Allah şehidi, dedi, dile gel şahadet getir.
-
تا گواهی بدهم و بیرون شوم ** سیرم از هستی در آن هامون شوم
- Ben de şehit olayım da dışarı çıkayım. O uçsuz bucaksız çölde bulundukça canımdan beziyorum.
-
ما درین دهلیز قاضی قضا ** بهر دعوی الستیم و بلی
- Biz takdir kadısının şu dehlizinde Bela ve Elest davalarını görmek için duruyoruz.
-
که بلی گفتیم و آن را ز امتحان ** فعل و قول ما شهودست و بیان 175
- Biz bela dedik sınama yönünden işimiz ve sözümüz, bunu görmek, bunu bildirmekten ibarettir.
-
از چه در دهلیز قاضی ای گواه ** حبس باشی ده شهادت از پگاه
- Neden kadı’nın dehlizinde durmaktayız? Biz şahit olmak için gelmedik mi?
-
چند در دهلیز قاضی ای گواه ** حبس باشی ده شهادت از بگاه
- Ey şahit niceye bir kadı’nın dehlizinde hapis olacaksın? O şahadeti ver de kurtul!
-
زان بخواندندت بدینجا تا که تو ** آن گواهی بدهی و ناری عتو
- Seni buraya şunun için çağırdılar ki inat etmiyesin, o şahadette bulunasın.
-
از لجاج خویشتن بنشستهای ** اندرین تنگی کف و لب بستهای
- Halbuki sen, inadından şu daracık yerde oturmuş, elini bağlamış, dudağını yummuşsun.
-
تا بندهی آن گواهی ای شهید ** تو ازین دهلیز کی خواهی رهید 180
- Ey tanık, sen bu şahadette bulunmadıkça şu dehlizden nasıl kurtulabilirsin?
-
یک زمان کارست بگزار و بتاز ** کار کوته را مکن بر خود دراز
- İş bir anda biter, yap, bitir. Kısa işi kendine uzatma.
-
خواه در صد سال خواهی یک زمان ** این امانت واگزار و وا رهان
- İster yüzyılda ister bir anda olsun; şu emaneti ver de kurtul!
-
بیان آنک نماز و روزه و همه چیزهای برونی گواهیهاست بر نور اندرونی
- Dışta olan namaz, oruç ve sair ibadetler, içteki nura tanıktır.
-
این نماز و روزه و حج و جهاد ** هم گواهی دادنست از اعتقاد
- Bu namaz, oruç ve savaş da inanışa tanıktır.
-
این زکات و هدیه و ترک حسد ** هم گواهی دادنست از سر خود
- Bu zekat, hediye, bu hasedi bırakma da kendi sırrından haber vermedir.
-
خوان و مهمانی پی اظهار راست ** کای مهان ما با شما گشتیم راست 185
- İhsanda bulunmak doyurmak, konuk davet etmek, ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir özle inandık demektir.
-
هدیهها و ارمغان و پیشکش ** شد گواه آنک هستم با تو خوش
- Hediyeler armağanlar, sunulan şeyler, ben seninleyim; seni seviyorum diye tanıklıktan ibarettir.
-
هر کسی کوشد به مالی یا فسون ** چیست دارم گوهری در اندرون
- Kimi bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? İçimde bir gevherim var demektir;