-
خواست دیوانه شدن عقلش رمید ** دست عقل مصطفی بازش کشید
- Deli oluyordu aklı kaçayazdı. Mustafa’nın akıl eli onu geri çekti.
-
گفت این سو آ بیامد آنچنان ** که کسی برخیزد از خواب گران 170
- Bu yana gel dedi, bir kişi ağır bir uykudan nasıl uyanırsa uyandı. O tarafa geldi.
-
گفت این سو آ مکن هین با خود آ ** که ازین سو هست با تو کارها
- Mustafa bu yana gel, bu işi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok işler var dedi.
-
آب بر رو زد در آمد در سخن ** کای شهید حق شهادت عرضه کن
- Yüzüne su serpti, ey Allah şehidi, dedi, dile gel şahadet getir.
-
تا گواهی بدهم و بیرون شوم ** سیرم از هستی در آن هامون شوم
- Ben de şehit olayım da dışarı çıkayım. O uçsuz bucaksız çölde bulundukça canımdan beziyorum.
-
ما درین دهلیز قاضی قضا ** بهر دعوی الستیم و بلی
- Biz takdir kadısının şu dehlizinde Bela ve Elest davalarını görmek için duruyoruz.
-
که بلی گفتیم و آن را ز امتحان ** فعل و قول ما شهودست و بیان 175
- Biz bela dedik sınama yönünden işimiz ve sözümüz, bunu görmek, bunu bildirmekten ibarettir.
-
از چه در دهلیز قاضی ای گواه ** حبس باشی ده شهادت از پگاه
- Neden kadı’nın dehlizinde durmaktayız? Biz şahit olmak için gelmedik mi?
-
چند در دهلیز قاضی ای گواه ** حبس باشی ده شهادت از بگاه
- Ey şahit niceye bir kadı’nın dehlizinde hapis olacaksın? O şahadeti ver de kurtul!
-
زان بخواندندت بدینجا تا که تو ** آن گواهی بدهی و ناری عتو
- Seni buraya şunun için çağırdılar ki inat etmiyesin, o şahadette bulunasın.
-
از لجاج خویشتن بنشستهای ** اندرین تنگی کف و لب بستهای
- Halbuki sen, inadından şu daracık yerde oturmuş, elini bağlamış, dudağını yummuşsun.
-
تا بندهی آن گواهی ای شهید ** تو ازین دهلیز کی خواهی رهید 180
- Ey tanık, sen bu şahadette bulunmadıkça şu dehlizden nasıl kurtulabilirsin?
-
یک زمان کارست بگزار و بتاز ** کار کوته را مکن بر خود دراز
- İş bir anda biter, yap, bitir. Kısa işi kendine uzatma.
-
خواه در صد سال خواهی یک زمان ** این امانت واگزار و وا رهان
- İster yüzyılda ister bir anda olsun; şu emaneti ver de kurtul!
-
بیان آنک نماز و روزه و همه چیزهای برونی گواهیهاست بر نور اندرونی
- Dışta olan namaz, oruç ve sair ibadetler, içteki nura tanıktır.
-
این نماز و روزه و حج و جهاد ** هم گواهی دادنست از اعتقاد
- Bu namaz, oruç ve savaş da inanışa tanıktır.
-
این زکات و هدیه و ترک حسد ** هم گواهی دادنست از سر خود
- Bu zekat, hediye, bu hasedi bırakma da kendi sırrından haber vermedir.
-
خوان و مهمانی پی اظهار راست ** کای مهان ما با شما گشتیم راست 185
- İhsanda bulunmak doyurmak, konuk davet etmek, ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir özle inandık demektir.
-
هدیهها و ارمغان و پیشکش ** شد گواه آنک هستم با تو خوش
- Hediyeler armağanlar, sunulan şeyler, ben seninleyim; seni seviyorum diye tanıklıktan ibarettir.
-
هر کسی کوشد به مالی یا فسون ** چیست دارم گوهری در اندرون
- Kimi bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? İçimde bir gevherim var demektir;
-
گوهری دارم ز تقوی یا سخا ** این زکات و روزه در هر دو گوا
- Allah’dan çekinmemden, yahut cömertliğimden bir gevherim var ki bu zekatla oruç ikisine de şahittir.
-
روزه گوید کرد تقوی از حلال ** در حرامش دان که نبود اتصال
- Oruç der ki: Bu helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkan yok.
-
وان زکاتش گفت کو از مال خویش ** میدهد پس چون بدزدد ز اهل کیش 190
- Zekat der ki: Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde aynı yolda olandan nasıl çalar?
-
گر بطراری کند پس دو گواه ** جرح شد در محکمهی عدل اله
- Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Allah’nın adalet mahkemesine kabul edilmez.
-
هست صیاد ار کند دانه نثار ** نه ز رحم و جود بل بهر شکار
- Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için.
-
هست گربهی روزهدار اندر صیام ** خفته کرده خویش بهر صید خام
- Kedi de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir.