English    Türkçe    فارسی   

5
1738-1762

  • جان چو خفته در گل و نسرین بود  ** چه غمست ار تن در آن سرگین بود 
  • Can, gül ve nesrin içinde uyuduktan sonra beden, su pislikte kalmış? Ne gam!
  • جان خفته چه خبر دارد ز تن  ** کو به گلشن خفت یا در گولخن 
  • Uyumuş canın bedenden ne haberi var? O, ister gül bahçesinde uyusun, ister külhanda.
  • می‌زند جان در جهان آبگون  ** نعره یا لیت قومی یعلمون  1740
  • Can, şu su rengindeki alemde “Keşke kavmim, Rabbim beni ne yüzden yarlığadı, bilseydi” diye nara atmada.
  • گر نخواهد زیست جان بی این بدن  ** پس فلک ایوان کی خواهد بدن 
  • Can, şu bedensiz yaşamayı istemezse peki, gökyüzü kimin sayvanı olacak?
  • گر نخواهد بی بدن جان تو زیست  ** فی السماء رزقکم روزی کیست 
  • Canın, bedensiz yaşamayı dilemezse “Rızkınız gökyüzündedir” nimeti, kimin kısmeti olacak?
  • در بیان وخامت چرب و شیرین دنیا و مانع شدن او از طعام الله چنانک فرمود الجوع طعام الله یحیی به ابدان الصدیقین ای فی الجوع طعام الله و قوله ابیت عند ربی یطعمنی و یسقینی و قوله یرزقون فرحین 
  • Dünyanın yağlı, ballı nimetlerini yemek tehlikelidir. Tanrı yemeğine mani olur. Nitekim Peygamber, "Açlık,Tanrı yemeğidir. Onunla,yani açlıkla sözü doğruların bedenlerini diriltir" demiştir. Yine "Ben rabbime misafir olurum, o beni doyurur, suvarır" buyurmuştur. Tanrı da "Ferahlanarak rızıklanırlar" demiştir.
  • وا رهی زین روزی ریزه‌ی کثیف  ** در فتی در لوت و در قوت شریف 
  • Bu kaba Rızk kırıntılarından kurtulursan yüce ve latif rızklara nail olursun.
  • گر هزاران رطل لوتش می‌خوری  ** می‌روی پاک و سبک هم‌چون پری 
  • O manevi rızktan binlerce okka yemek yesen yine pak ve tüy gibi hafif olarak gidersin.
  • که نه حبس باد و قولنجت کند  ** چارمیخ معده آهنجت کند  1745
  • O yemek, sen de ne yel yapar, ne kulunç, ne de mide ağrısı verir.
  • گر خوری کم گرسنه مانی چو زاغ  ** ور خوری پر گیرد آروغت دماغ 
  • Az yersen karga gibi aç kalırsın, çok yersen geğirmeye başlar, imtila olursun.
  • کم خوری خوی بد و خشکی و دق  ** پر خوری شد تخمه را تن مستحق 
  • Az yersen huyun kötüleşir, kabalaşır, nobranlaşırsın. Çok yersen bedenin imtilaya müstahak olur.
  • از طعام الله و قوت خوش‌گوار  ** بر چنان دریا چو کشتی شو سوار 
  • Fakat Tanrı taamından, o lezzetli rızktan denizler kadar ye, yine de gemi gibi yürü yüz.
  • باش در روزه شکیبا و مصر  ** دم به دم قوت خدا را منتظر 
  • Oruca sarıl, sabret, orucu terk etme, her an Tanrı Rızkını bekle.
  • که آن خدای خوب‌کار بردبار  ** هدیه‌ها را می‌دهد در انتظار  1750
  • Çünkü o işi gücü güzel Tanrı, bekleyenlere hediyeler verir.
  • انتظار نان ندارد مرد سیر  ** که سبک آید وظیفه یا که دیر 
  • Tok adam ekmek beklemez. Ekmeği yiyeceği ister er gelsin ister geç.
  • بی‌نوا هر دم همی گوید که کو  ** در مجاعت منتظر در جست و جو 
  • Aç adam daima nerede der durur. Açlıkla bekler, araştırır.
  • چون نباشی منتظر ناید به تو  ** آن نواله‌ی دولت هفتاد تو 
  • Beklemezsen o yetmiş kat devlet ve ikbal nevalesi sana gelmez.
  • ای پدر الانتظار الانتظار  ** از برای خوان بالا مردوار 
  • Babacığım yüceler yemeğini ercesine bekle,bekle.
  • هر گرسنه عاقبت قوتی بیافت  ** آفتاب دولتی بر وی بتافت  1755
  • Her aç nihayet bir yiyecek bulur. Devlet güneşi elbette ona vurur.
  • ضیف با همت چو ز آشی کم خورد  ** صاحب خوان آش بهتر آورد 
  • Himmet sahibi misafir, az yemek yerse sofra sahibi, ona daha güzel yemek getirir.
  • جز که صاحب خوان درویشی لیم  ** ظن بد کم بر به رزاق کریم 
  • Yalnız yoksul ve nekes olan sofra sahibi başka, ona söz yok. Kerem sahibi Rızk vericiye kötü zanda bulunma.
  • سر برآور هم‌چو کوهی ای سند  ** تا نخستین نور خور بر تو زند 
  • Ey dayanılan, güvenilen er, bir dağ gibi başını kaldır da günesin ilk ışığı sana vursun.
  • که آن سر کوه بلند مستقر  ** هست خورشید سحر را منتظر 
  • Baksana o oturaklı yüce dağın tepesi de seher güneşini bekleyip durmada.
  • جواب آن مغفل کی گفته است کی خوش بودی این جهان اگر مرگ نبودی وخوش بودی ملک دنیا اگر زوالش نبودی و علی هذه الوتیرة من الفشارات 
  • Ne hoştu bu dünya, ölüm olmasaydı: ne hoştu dünya mülk, zevali gelmeseydi diyen ve bu çeşit abes sözler söyleyen gafil kişiye cevap
  • آن یکی می‌گفت خوش بودی جهان  ** گر نبودی پای مرگ اندر میان  1760
  • Biri ne hoştu dünya, ortada eteğimizi çeken ölüm olmasaydı demedeydi.
  • آن دگر گفت ار نبودی مرگ هیچ  ** که نیرزیدی جهان پیچ‌پیچ 
  • Bir başka biri de dedi ki: Ölüm olmasaydı ıstıraplarla dolu olan bu dünya hiçbir şeye yaramazdı.
  • خرمنی بودی به دشت افراشته  ** مهمل و ناکوفته بگذاشته 
  • Ovaya yığılmış, dövülmeden öylece bırakılmış bir harmana benzerdi.