-
زانک پیلم دید هندستان به خواب ** از خراج اومید بر ده شد خراب
- Çünkü filim rüyada Hindistan’ı gördü. Köy harab oldu, haraçtan ümidini kes.
-
کیف یاتی النظم لی والقافیه ** بعد ما ضاعت اصول العافیه
- Aklım fikrim zayi olduktan sonra nasıl nazım düzebilir, kafiyeye riayet edebilirim?
-
ما جنون واحد لی فی الشجون ** بل جنون فی جنون فی جنون
- Dertlerle deliliğim bir değil ki. Bende delilik içinde delilik var, delilik içinde delilik.
-
ذاب جسمی من اشارات الکنی ** منذ عاینت البقاء فی الفنا 1895
- Yoklukta varlığı göreli bedenim gizli işaretlerden eridi bitti.
-
ای ایاز از عشق تو گشتم چو موی ** ماندم از قصه تو قصهی من بگوی
- Ey Eyaz aşkınla kıla döndüm, hikayeyi söylemeden kaldım, Artık sen benim hikayemi söyle.
-
بس فسانهی عشق تو خواندم به جان ** تو مرا که افسانه گشتستم بخوان
- Ben aşkla senin hikayeni çok söyledim. Artık ben hikayeye döndüm, sen benim hikayemi oku.
-
خود تو میخوانی نه من ای مقتدی ** من که طورم تو موسی وین صدا
- Ey uyduğum zat, zaten okursun, ben okuyamam. Ben Tur dağına benzerim, sen Musa’sın bu da ses.
-
کوه بیچاره چه داند گفت چیست ** زانک موسی میبداند که تهیست
- Biçare dağ söz nedir, ne bilsin? Dağ, bomboştur, sözü Musa bilir.
-
کوه میداند به قدر خویشتن ** اندکی دارد ز لطف روح تن 1900
- Dağ, bilse bilse kadrince bilir. Beden ruh letafetinden çok az bir şeye maliktir.
-
تن چو اصطرلاب باشد ز احتساب ** آیتی از روح همچون آفتاب
- Ten, hesaplarsan usturlaba benzer, güneşe benzeyen ruhun bir delilidir.
-
آن منجم چون نباشد چشمتیز ** شرط باشد مرد اصطرلابریز
- Gözü iyi görmeyen müneccimin usturlaba müracaatı zaruridir.
-
تا صطرلابی کند از بهر او ** تا برد از حالت خورشید بو
- Güneşi usturlapla hesaplaması lazımdır ki güneşin nerede bulunduğundan bir koku alsın.
-
جان کز اصطرلاب جوید او صواب ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب
- Doğruyu usturlapla arayan can, gökyüzünü ve güneşi ne kadar bilebilir?
-
تو که ز اصطرب دیده بنگری ** درجهان دیدن یقین بس قاصری 1905
- Sen göz usturlabı ile bakıp gördükçe alemi pek dar görürüsün.
-
تو جهان را قدر دیده دیدهای ** کو جهان سبلت چرا مالیدهای
- Sen alemi gözünün alabildiği kadar görebilirsin. Halbuki alem nerede, sen neredesin? Neye bıyığını buruyorsun ya?
-
عارفان را سرمهای هست آن بجوی ** تا که دریا گردد این چشم چو جوی
- Ariflerin bir sürmesi vardır, onu ara da dereye benzeyen su gözün deniz kesilsin.
-
ذرهای از عقل و هوش ار با منست ** این چه سودا و پریشان گفتنست
- Zerrece aklım fikrim varsa bu ne sevdadır, bu ne dağınık söz?
-
چونک مغز من ز عقل و هش تهیست ** پس گناه من درین تخلیط چیست
- Aklım, fikrim başımda yoksa benim bunda ne günahım var?
-
نه گناه اوراست که عقلم ببرد ** عقل جملهی عاقلان پیشش بمرد 1910
- Benim günahım yok ama aklimi alan sevgilinin de günahı yok. Bütün akılların aklı onun huzurunda ölüp gitmede.
-
یا مجیر العقل فتان الحجی ** ما سواک للعقول مرتجی
- Ey akıllara fitne salan, onları hayran eden, akılların senden başka sığınacağı yer yok.
-
ما اشتهیت العقل مذ جننتنی ** ما حسدت الحسن مذ زینتنی
- Beni çıldırttığın demden beri aklı hiç arzulamadım. Beni süsleyip bezediğin zamandan beri güzelliğe hiç haset etmedim.
-
هل جنونی فی هواک مستطاب ** قل بلی والله یجزیک الثواب
- Senin sevdana düşüp çıldırmam hoş ve iyi değil mi? Tanrı sana hayırlar versin, evet iyi de!
-
گر بتازی گوید او ور پارسی ** گوش و هوشی کو که در فهمش رسی
- O ister Arapça söylesin ister Farsça. Nerede bir kulak nerede bir akıl ki o sözleri anlasın.
-
بادهی او درخور هر هوش نیست ** حلقهی او سخرهی هر گوش نیست 1915
- Onun şarabı, her aklın harcı değil. Onun küpesi her kulağın oyuncağı değil.
-
باز دیگر آمدم دیوانهوار ** رو رو ای جان زود زنجیری بیار
- Bir kere daha delicesine geldim işte. Yürü, yürü ey can, çabuk bir zincir getir.