English    Türkçe    فارسی   

5
2236-2260

  • رفت پیش عارفی آن زشت‌کار  ** گفت ما را در دعایی یاد دار 
  • O kötü işli herif, bir arifin yanına gidip "'Beni duada an" diye yalvardı.
  • سر او دانست آن آزادمرد  ** لیک چون حلم خدا پیدا نکرد 
  • O hür er, onun sırrını anladı ama Tanrı hilmi gibi o da açığa vurmadı.
  • بر لبش قفلست و در دل رازها  ** لب خموش و دل پر از آوازها 
  • Dudağı kilitliydi ama gönlünde sırlar vardı. Dudağını yummuştu ama gönlü seslerle doluydu.
  • عارفان که جام حق نوشیده‌اند  ** رازها دانسته و پوشیده‌اند 
  • Tanrı şarabını içen arifler, sırları bilirler ama örterler.
  • هر کرا اسرار کار آموختند  ** مهر کردند و دهانش دوختند  2240
  • İşin sırlarını kime öğretirlerse ağzını mühürlerler, dikerler.
  • سست خندید و بگفت ای بدنهاد  ** زانک دانی ایزدت توبه دهاد 
  • Arif, tuhaf tuhaf güldü de dedi ki: A içi kötü adam, bildiğin, gönlünde tuttuğun şeyden Tanrı seni kurtarsın.
  • در بیان آنک دعای عارف واصل و درخواست او از حق هم‌چو درخواست حقست از خویشتن کی کنت له سمعا و بصرا و لسانا و یدا و قوله و ما رمیت اذ رمیت و لکن الله رمی و آیات و اخبار و آثار درین بسیارست و شرح سبب ساختن حق تا مجرم را گوش گرفته بتوبه‌ی نصوح آورد 
  • Tanrı'ya ulaşmış arifin Tanrı'dan isteği, Tanrı'nın kendinden bir şey istemesine benzer. Çünkü "Ben, onun kulağı, sözü, dili ve eli olurum" ve "O taşları attığın zaman sen atmadın, Allah attı" denmiştir. Bu hususta bir çok âyetlerle hadîsler vardır. Tanrı'nın sebep yaratması, suçlunun kulağını tutmuş, Nasuh tövbesine götürmüştür.
  • آن دعا از هفت گردون در گذشت  ** کار آن مسکین به آخر خوب گشت 
  • O dua, yedi göğü de geçti, kabul edildi. O yoksulun işi, nihayet iyileşti, düzene girdi.
  • که آن دعای شیخ نه چون هر دعاست  ** فانی است و گفت او گفت خداست 
  • Çünkü şeyhin o duası, her duaya benzemez. Şeyh, Tanrıda yok olmuştur, onun sözü Hak sözüdür.
  • چون خدا از خود سال و کد کند  ** پس دعای خویش را چون رد کند 
  • Tanrı, kendisinden bir şey isterse kendi isteğini nasıl reddeder?
  • یک سبب انگیخت صنع ذوالجلال  ** که رهانیدش ز نفرین و وبال  2245
  • Ululuk ıssı Tanrı, onu bu lanetleme işten, bu vebalden kurtarmak için bir sebep halketti.
  • اندر آن حمام پر می‌کرد طشت  ** گوهری از دختر شه یاوه گشت 
  • Nasuh, hamamda tası doldururken padişahın kızının bir incisi kayboldu.
  • گوهری از حلقه‌های گوش او  ** یاوه گشت و هر زنی در جست و جو 
  • Küpesindeki incilerden biri kayboldu ve bütün kadınlar, o inciyi araştırmaya koyuldular.
  • پس در حمام را بستند سخت  ** تا بجویند اولش در پیچ رخت 
  • Önce herkesin eşyasını araştırmak üzere hamamın kapısını iyice kapattılar.
  • رختها جستند و آن پیدا نشد  ** دزد گوهر نیز هم رسوا نشد 
  • Herkesin eşyası arandı, inci bulunmadığı gibi inciyi çalan da rezil olmadı.
  • پس به جد جستن گرفتند از گزاف  ** در دهان و گوش و اندر هر شکاف  2250
  • Bunun üzerine bu üstün körü işi bırakıp herkesin ağzını, kulağını, vücudundaki bütün delikleri adamakıllı aramaya koyuldular.
  • در شکاف تحت و فوق و هر طرف  ** جست و جو کردند دری خوش صدف 
  • O sedefi güzel inciyi altta, üstte her yanda araştırmaya başladılar.
  • بانگ آمد که همه عریان شوید  ** هر که هستید ار عجوز و گر نوید 
  • Hepiniz soyunun, ihtiyar genç herkes anadan doğma soyunsun diye bağırıldı.
  • یک به یک را حاجبه جستن گرفت  ** تا پدید آید گهردانه‌ی شگفت 
  • Sultanın hizmetçileri, o değerli inciyi bulmak için bir bir, herkesi aramaya başladılar.
  • آن نصوح از ترس شد در خلوتی  ** روی زرد و لب کبود از خشیتی 
  • Nasuh, korkusundan tenha bir yere çekildi. Yüzü, korkusundan sapsarı olmuştu, dudakları gövermişti.
  • پیش چشم خویش او می‌دید مرگ  ** رفت و می‌لرزید او مانند برگ  2255
  • Ölümünü gözünün önünde görüyor, gazel yaprağı gibi tirtir titriyordu.
  • گفت یارب بارها برگشته‌ام  ** توبه‌ها و عهدها بشکسته‌ام 
  • Dedi ki: Yarabbi, nice defalar tövbeler ettim; ahtlar ettim, sonra onları bozdum.
  • کرده‌ام آنها که از من می‌سزید  ** تا چنین سیل سیاهی در رسید 
  • Ben, bana lâyık olanları yaptım. Sonunda da işte bu kara sel, gelip çattı.
  • نوبت جستن اگر در من رسد  ** وه که جان من چه سختیها کشد 
  • Arama nöbeti bana gelirse eyvah bana! Kim bilir neler çekecek, ne güçlüklere düşeceğim?
  • در جگر افتاده‌استم صد شرر  ** در مناجاتم ببین بوی جگر 
  • Ciğerime yüzlerce kor düştü. Münacatımdaki ciğer kokusuna bak.
  • این چنین اندوه کافر را مباد  ** دامن رحمت گرفتم داد داد  2260
  • Böyle bir keder, böyle bir gam, kâfirde bile olmasın. Rahmet eteğine sarıldım, medet medet!