-
چون شکست آن کشتی او بیمراد ** در کنار رحمت دریا فتاد
- Muratsız gemisi kırılınca rahmet denizinin kıyısına düştü.
-
جان به حق پیوست چون بیهوش شد ** موج رحمت آن زمان در جوش شد
- Akılsız, fikirsiz bir hale gelince canı, Hakk'a ulaştı. İşte o zaman rahmet denizi coştu.
-
چون که جانش وا رهید از ننگ تن ** رفت شادان پیش اصل خویشتن
- Canı, beden ayıbından kurtulunca sevine sevine aslına gitti.
-
جان چو باز و تن مرورا کندهای ** پای بسته پر شکسته بندهای 2280
- Can, doğan kuşuna benzer, ten ona tuzaktır. O, beden tuzağına ayağı bağlı, kanadı kırık bir halde düşüp kalmıştır.
-
چونک هوشش رفت و پایش بر گشاد ** میپرد آن باز سوی کیقباد
- Fakat aklı, fikri gidince ayağı açıldı. Artık o doğan kuşu, Keykubad'a uçar gider.
-
چونک دریاهای رحمت جوش کرد ** سنگها هم آب حیوان نوش کرد
- Rahmet denizleri, coşunca taşlar bile abıhayatı içer.
-
ذرهی لاغر شگرف و زفت شد ** فرش خاکی اطلس و زربفت شد
- Zayıf zerre değerlenir, büyür. Topraktan meydana gelen şu döşeme, atlas haline gelir, değerli bir kumaş olur.
-
مردهی صدساله بیرون شد ز گور ** دیو ملعون شد به خوبی رشک حور
- Yüz yıllık ölü, mezarından çıkar. Mel'un Şeytan güzelleşir, huriler bile ona haset ederler.
-
این همه روی زمین سرسبز شد ** چوب خشک اشکوفه کرد و نغز شد 2285
- Bütün bu yeryüzü yeşerir, kuru sopa meyva verir, tazeleşir.
-
گرگ با بره حریف می شده ** ناامیدان خوشرگ و خوش پی شده
- Kurt, kuzuyla eş olur. Ümitsizlerin damarları hoş bir hale gelir, izleri kutlu olur.
-
یافته شدن گوهر و حلالی خواستن حاجبکان و کنیزکان شاهزاده از نصوح
- İncinin bulunması ve sultanın hizmetçi ve halayıklarının Nasuh'tan helâllık dilemeleri
-
بعد از آن خوفی هلاک جان بده ** مژدهها آمد که اینک گم شده
- Canı helak eden o korkudan sonra "Kaybolan inci, işte buracıkta" diye müjdeler geldi.
-
بانگ آمد ناگهان که رفت بیم ** یافت شد گم گشته آن در یتیم
- Ansızın ses geldi: Korku gitti, o değen bulunmaz eşsiz inci bulundu.
-
یافت شد واندر فرح در بافتیم ** مژدگانی ده که گوهر یافتیم
- İnci bulundu, biz de neşelere daldık. Müjde verin, inci bulundu.
-
از غریو و نعره و دستک زدن ** پر شده حمام قد زال الحزن 2290
- Hamam, halkın bağrışmasiyle, hüzün gitti feryadiyle, el çırpmasiyle doldu.
-
آن نصوح رفته باز آمد به خویش ** دید چشمش تابش صد روز بیش
- Kendinden geçen Nasuh, tekrar kendine geldi. Gözü. yüzlerce aydın gün gördü.
-
می حلالی خواست از وی هر کسی ** بوسه میدادند بر دستش بسی
- Herkes ondan helâllik istemekte, herkes elini öpüp durmaktaydı.
-
بد گمان بردیم و کن ما را حلال ** گوشت تو خوردیم اندر قیل و قال
- Senden şüphe ettik, hakkını helâl et. Dedikoduda bulunduk, âdeta etini yedik diyorlardı.
-
زانک ظن جمله بر وی بیش بود ** زانک در قربت ز جمله پیش بود
- Çünkü o, yakınlıkta herkesten ön olduğu için herkes daha ziyade ondan şüphe etmişti.
-
خاص دلاکش بد و محرم نصوح ** بلک همچون دو تنی یک گشته روح 2295
- Nasuh, has tellâktı, mahremdi. Hattâ sultanla ruhları birdi, bedenleri ayrı.
-
گوهر ار بردست او بردست و بس ** زو ملازمتر به خاتون نیست کس
- Sultana ondan yakın bir kadın yok. İnciyi aşırdıysa o aşırmıştır.
-
اول او را خواست جستن در نبرد ** بهر حرمت داشتش تاخیر کرد
- Önce onu aramalı demişlerdi ama yine de hürmet ettiklerinden sona bırakmışlar;
-
تا بود کان را بیندازد به جا ** اندرین مهلت رهاند خویش را
- Aldıysa biraz mühlet vermiş olalım da bir yere atsın bari, fikrine düşmüşlerdi.
-
این حلالیها ازو میخواستند ** وز برای عذر برمیخاستند
- Onun için ondan helâllik diliyorlardı, mazeret getirip duruyorlardı.
-
گفت بد فضل خدای دادگر ** ورنه زآنچم گفته شد هستم بتر 2300
- Nasuh, "Bu bana Tanrı'nın lûtfu, ihsanı. Yoksa dediğinizden beterim ben.
-
چه حلالی خواست میباید ز من ** که منم مجرمتر اهل زمن
- Benden helâllik dilemeye hacet yok. Çünkü ben, zamane halkının en suçlusuyum.