English    Türkçe    فارسی   

5
2419-2443

  • گفت روبه این حکایت را بهل  ** دستها بر کسب زن جهد المقل 
  • Tilki dedi ki: Bu hikâyeleri bırak da az bile olsa elini kazanca at!
  • دست دادستت خدا کاری بکن  ** مکسبی کن یاری یاری بکن  2420
  • Tanrı sana el vermiştir, bir iş yap. Kazan da bir dosta da yardımda bulun.
  • هر کسی در مکسبی پا می‌نهد  ** یاری یاران دیگر می‌کند 
  • Herkes, bir kazanca yürümüş, başka dostlarına da, yardım ediyor.
  • زانک جمله کسب ناید از یکی  ** هم دروگر هم سقا هم حایکی 
  • Bütün kazancı bir kişi elde edemez. Bir kişi, hem dülger, hem saka, hem terzi olamaz ya.
  • این بهنبازیست عالم بر قرار  ** هر کسی کاری گزیند ز افتقار 
  • Âlemin kararı böyledir. Herkes, yoksulluğundan bir işe sarılmıştır.
  • طبل‌خواری در میانه شرط نیست  ** راه سنت کار و مکسب کردنیست 
  • Ortada bedava yemek şart değildir. Sünnet olan yol, iş işlemek ve bir şey kazanmaktır.
  • جواب گفتن خر روباه را کی توکل بهترین کسبهاست کی هر کسبی محتاجست به توکل کی ای خدا این کار مرا راست آر و دعا متضمن توکلست و توکل کسبی است کی به هیچ کسبی دیگر محتاج نیست الی آخره 
  • Eşeğin, tilkiye Tanrı'ya dayanmak kazançların en iyisidir. Çünkü herkes ona muhtaçtır. Herkes, yarabbi, bana bu işi rasgetir diye dua eder. Duada Tanrı'ya dayanma vardır. Tanrı'ya dayanmak, öyle bir kazançtır ki bu kazancı elde edenin, başka hiç bir kazanca ihtiyacı yoktur ve saire diye cevap vermesi
  • گفت من به از توکل بر ربی  ** می‌ندانم در دو عالم مکسبی  2425
  • Eşek dedi ki: Ben Tanrı'ya dayanmadan daha iyi bir kâr bilmiyorum. İki âlemde de en iyi kazanç budur.
  • کسب شکرش را نمی‌دانم ندید  ** تا کشد رزق خدا رزق و مزید 
  • Ona şükretme kazancının eşini göremiyorum. Tanrıya şükür, rızkı artırır.
  • بحثشان بسیار شد اندر خطاب  ** مانده گشتند از سال و از جواب 
  • Aralarındaki bahis uzadı. Nihayet sualden de kaldılar, cevaptan da.
  • بعد از آن گفتش بدان در مملکه  ** نهی لا تلقوا بایدی تهلکه 
  • Tilki, bundan sonra ona "Nefislerinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın" emrini söyledi.
  • صبر در صحرای خشک و سنگ‌لاخ  ** احمقی باشد جهان حق فراخ 
  • Kuru ve kayalık bir sahrada sabretmek ahmaklıktır. Tanrı'nın âlemi geniş.
  • نقل کن زینجا به سوی مرغزار  ** می‌چر آنجا سبزه گرد جویبار  2430
  • Buradan çayırlığa göç. Orada ırmak kenarında yeşil otlar otla.
  • مرغزاری سبز مانند جنان  ** سبزه رسته اندر آنجا تا میان 
  • Cennet gibi yemyeşil bir çayırlık. Orada yeşillikler bitmiş, ta bele kadar büyümüş.
  • خرم آن حیوان که او آنجا شود  ** اشتر اندر سبزه ناپیدا شود 
  • Ne mutlu o hayvana ki oraya varır. Deve bile o yeşillikte kaybolur.
  • هر طرف در وی یکی چشمه‌ی روان  ** اندرو حیوان مرفه در امان 
  • Orada her yanda bir kaynak akmada. Orada hayvanlar, amana kavuşmuş, hepsi rahattaydı.
  • از خری او را نمی‌گفت ای لعین  ** تو از آن‌جایی چرا زاری چنین 
  • Eşek, eşekliğinden "A melun, sen oradasın da neden böyle zayıfsın?
  • کو نشاط و فربهی و فر تو  ** چیست این لاغر تن مضطر تو  2435
  • Nerde neşen, semizliğin, nerde nurun, ferin? Neden bu sıkıntılara düşmüş bedenin böyle zayıf?
  • شرح روضه گر دروغ و زور نیست  ** پس چرا چشمت ازو مخمور نیست 
  • Bu aç gözlülük, bu görmemezlik, senin yoksuzluğundandır, beylerbeyi olduğundan değil.
  • این گدا چشمی و این نادیدگی  ** از گدایی تست نه از بگلربگی 
  • Madem kaynaktan geldin, neden kurusun?
  • چون ز چشمه آمدی چونی تو خشک  ** ور تو ناف آهویی کو بوی مشک 
  • Madem misk ceylânısın, nerde sende misk kokusu?
  • زانک می‌گویی و شرحش می‌کنی  ** چون نشانی در تو نامد ای سنی 
  • Söylediğin, anlattığın şeylerden neden sende bir nişane yok ey yüce kişi?" diyemedi.
  • مثل آوردن اشتر در بیان آنک در مخبر دولتی فر و اثر آن چون نبینی جای متهم داشتن باشد کی او مقلدست در آن 
  • Bir devleti haber verende o devletin eserini ve nurunu göremezsen onun mukallit olduğuna hükmetmen lâzımdır. Bu hususta bir deve hikâyesini örnek getiriyoruz.
  • آن یکی پرسید اشتر را که هی  ** از کجا می‌آیی ای اقبال پی  2440
  • Birisi, deveye "Ey izi kutlu, nerden geliyorsun?" dedi.
  • گفت از حمام گرم کوی تو  ** گفت خود پیداست در زانوی تو 
  • Deve dedi ki: Senin civarında bulunan sıcacık hamamdan. Adam, evet dedi, zaten dizinden belli!
  • مار موسی دید فرعون عنود  ** مهلتی می‌خواست نرمی می‌نمود 
  • İnatçı Firavun, Musa'nın ejderhasını görünce mühlet istedi, yumuşaklık gösterdi.
  • زیرکان گفتند بایستی که این  ** تندتر گشتی چو هست او رب دین 
  • Akıllılar dediler ki: Bu, daha fazla sertleşmeliydi. Hani ya Tanrıydı ya!