لیک کوته کردم آن گفتار را ** تا ننوشد هر خسی اسرار را 2685
Fakat ben, bu sözü kısa kesiyorum, her aşağılık kişi, sırları duymasın diye.
آمدن شیخ بعد از چندین سال از بیابان به شهر غزنین و زنبیل گردانیدن به اشارت غیبی و تفرقه کردن آنچ جمع آید بر فقرا هر که را جان عز لبیکست نامه بر نامه پیک بر پیکست چنانک روزن خانه باز باشد آفتاب و ماهتاب و باران و نامه و غیره منقطع نباشد
Şeyhin bunca yıldan sonra çölden Gaznenin şehrine gelip gayıptan gelen emirle zembil gezdirerek şunu bunu toplaması ve topladığını yoksullara dağıtması. Buyur kulum yüceliğini bulan cana mektup üstüne mektup gelir, haberci üstüne haberci. Evin penceresi açık olursa oradan güneş de girer, ay ışığı da, yağmur da, mektup da, başka şeyler de ve bunların ardı arası kesilmez.
رو به شهر آورد آن فرمانپذیر ** شهر غزنین گشت از رویش منیر
Şeyh, Tanrı buyruğunu kabul edip Gaznenin şehrini, yüzünün nuriyle aydınlattı.
از فرح خلقی به استقبال رفت ** او در آمد از ره دزدیده تفت
Bir bölük halk, ferahtan ona karşı vardılar. Fakat o, acele bilinmez bir yoldan şehre girdi.
جمله اعیان و مهان بر خاستند ** قصرها از بهر او آراستند
Şehrin ileri gelenleri, uluları hep birden kalkıp onun için köşkler hazırladılar.
گفت من از خودنمایی نامدم ** جز به خواری و گدایی نامدم
Şeyh, ben dedi, kendimi göstermeye gelmedim, ancak horluğa ve dilenciliğe geldim.
نیستم در عزم قال و قیل من ** در به در گردم به کف زنبیل من 2690
Dedikoduda bulunmaya niyetim bile yok. Elimde zembil kapı kapı gezeceğim.
بنده فرمانم که امرست از خدا ** که گدا باشم گدا باشم گدا
Buyruk kuluyum, buyruk da Tanrı'dan. Ben dilencilik edeceğim, dilencilik edeceğim, dilencilik!
در گدایی لفظ نادر ناورم ** جز طریق خس گدایان نسپرم
Dilenirken de duyulmamış sözler söyleyecek değilim. Dilencilerin aşağılık yolundan başka bir yol yordam tutmayacağım.
تا شوم غرقهی مذلت من تمام ** تا سقطها بشنوم از خاص و عام
Bu suretle tamamiyle alçaklığa dalayım da ileri gelenlerden de, halktan da kötü sözler duyayım.
امر حق جانست و من آن را تبع ** او طمع فرمود ذل من طمع
Tanrı buyruğu candır, ben ona tabiim. O, tamah hakkında "Tamah eden alçalır" buyurdu.
چون طمع خواهد ز من سلطان دین ** خاک بر فرق قناعت بعد ازین 2695
Mademki din sultanı, benden tamahkârlık istiyor, bundan böyle kanaatin başına toprak!
او مذلت خواست کی عزت تنم ** او گدایی خواست کی میری کنم
O alçalmamı istiyor, ben nasıl yüceliğe savaşırım? O, dilenci olmamı diliyor, ben nasıl beylik ederim?
بعد ازین کد و مذلت جان من ** بیست عباساند در انبان من
Bundan böyle benden yalnız dilencilik ve alçak iste. Dağarcığımda yirmi tane Abbas var benim.
شیخ بر میگشت زنبیلی به دست ** شیء لله خواجه توفیقیت هست
Şeyh, eline zembili almış, sokak sokak, kapı kapı dolaşıyor. Ağam Tanrı için bir şey ver, Hak bu hususta sana tevfik verdi mi ki? diyordu.
برتر از کرسی و عرش اسرار او ** شیء لله شیء لله کار او
Sırları, arştan da yüceydi, kürsüden de. Öyle olduğu halde işi gücü "Tanrı için, Tanrı için" demekti.
انبیا هر یک همین فن میزنند ** خلق مفلس کدیه ایشان میکنند 2700
Peygamberlerin hepsi, bu çeşit hareket ederler. Halk müflistir, öyle olduğu halde onlar, halktan bir şey isterler.
اقرضوا الله اقرضوا الله میزنند ** بازگون بر انصروا الله میتنند
"Tanrı'ya ödünç verin, Tanrı'ya ödünç verin" derler, işi tersine yürütürler de "Tanrı'ya yardım ederseniz Tanrı da size yardım eder" derler.
در به در این شیخ میآرد نیاز ** بر فلک صد در برای شیخ باز
Bu şeyh de kapı kapı dolaşıp yalvarmadaydı. Halbuki şeyh için gökyüzünde yüzlerce kapı açıktı.
که آن گدایی که آن به جد میکرد او ** بهر یزدان بود نه از بهر گلو
O dilenciliği boğazı için değil, Tanrı için yapıyordu. Bu işe iyice sarılmıştı.
ور بکردی نیز از بهر گلو ** آن گلو از نور حق دارد غلو
Hattâ boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz, Tanrı nuriyle dopdoluydu.
در حق او خورد نان و شهد و شیر ** به ز چله وز سه روزهی صد فقیر 2705
Onun ekmek, bal ve süt yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek oruç tutmasından daha hayırlıydı.
نور مینوشد مگو نان میخورد ** لاله میکارد به صورت میچرد
O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte otlar, fakat hakikatte lâle eker.
چون شراری کو خورد روغن ز شمع ** نور افزاید ز خوردش بهر جمع
Kandilin yağını yiyen alev gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu artırır.
نانخوری را گفت حق لاتسرفوا ** نور خوردن را نگفتست اکتفوا
Tanrı, ekmek yiyene "israf etmeyin" dedi, nur yiyene "Artık kâfi" demedi.
آن گلوی ابتلا بد وین گلو ** فارغ از اسراف و آمن از غلو
O boğaz, iptilâ boğazıdır, buysa israftan da. emin, ileri gidişten de.