-
کافران قانع بنقش انبیا ** که نگاریدهست اندر دیرها
- Kâfirler, peygamberlerin kiliselerde yapılmış olan resimleriyle kanaat ederler.
-
زان مهان ما را چو دور روشنیست ** هیچمان پروای نقش سایه نیست 3600
- Fakat o ay parçaları, bizim için apaydın olduğundan resimlerine aldırış bile etmeyiz.
-
این یکی نقشش نشسته در جهان ** وآن دگر نقشش چو مه در آسمان
- Onların birer sureti, bu âlemdedir ama birer sureti de ay gibi gökyüzündedir.
-
این دهانش نکتهگویان با جلیس ** و آن دگر با حق به گفتار و انیس
- Bu suretteki ağızları, onlarla düşüp kalkanla konuşur, nükteler söyler. O suretteki ağızları ise Tanrı ile konuşur.
-
گوش ظاهر این سخن را ضبط کن ** گوش جانش جاذب اسرار کن
- Görünen kulak, bu sözü duyar, beller. Can kulağıysa Kün emrinin sırlarını işitir.
-
چشم ظاهر ضابط حلیهی بشر ** چشم سر حیران مازاغ البصر
- Ten gözü, insanın şeklini görür, beller. Can gözü, Mazagalbasar sırrını görür, hayran olur.
-
پای ظاهر در صف مسجد صواف ** پای معنی فوق گردون در طواف 3605
- Görünen ayak, mescit safında durur, mâna ayağı, göğün üstünde tavafta bulunur.
-
جزو جزوش را تو بشمر همچنین ** این درون وقت و آن بیرون حین
- İşte her cüz'ü böyle say... bu, vakit içindedir, zamana bağlıdır, oysa ondan da hariçtir.
-
این که در وقتست باشد تا اجل ** وان دگر یار ابد قرن ازل
- Zamana bağlı olan, ecele kadar durur, öbürüyse, ebediyete dost, ezele eştir.
-
هست یک نامش ولی الدولتین ** هست یک نعتش امام القبلتین
- Bir adı iki devlet sahibidir, bir sıfatı iki kıble imamı.
-
خلوت و چله برو لازم نماند ** هیچ غیمی مر ورا غایم نماند
- Ona ne halvetin lüzumu vardır, ne çilenin. Hiçbir bulut, onu örtemez.
-
قرص خورشیدست خلوتخانهاش ** کی حجاب آرد شب بیگانهاش 3610
- Halvet yurdu, güneş değirmisidir, artık ona nasıl olur da yabancı gece, perde kesilir?
-
علت و پرهیز شد بحران نماند ** کفر او ایمان شد و کفران نماند
- Hastalık ve perhiz zamanı geçti, buhran kalmadı. Küfür, iman oldu, küfran kalmadı.
-
چون الف از استقامت شد به پیش ** او ندارد هیچ از اوصاف خویش
- Elif gibi, doğruluğu yüzünden öne geçmiştir. Onda kendi sıfatlarından hiçbir şey kalmamıştır.
-
گشت فرد از کسوهی خوهای خویش ** شد برهنه جان به جانافزای خویش
- Kendi huylarından çıkmış tek olmuş... canı, canına can katan sevgiliyse çırçıplak bir hale gelmiştir.
-
چون برهنه رفت پیش شاه فرد ** شاهش از اوصاف قدسی جامه کرد
- O tek ve benzersiz, eşsiz örneksiz padişahın huzuruna çırçıplak gidince padişah, ona kendi kutlu sıfatlarından bir elbise giydirmiştir.
-
خلعتی پوشید از اوصاف شاه ** بر پرید از چاه بر ایوان جاه 3615
- Padişahın sıfatlarından bir elbiseye bürünmüş, kuyudan mevki ve ikbal sayvanının üstüne uçmuştur.
-
این چنین باشد چو دردی صاف گشت ** از بن طشت آمد او بالای طشت
- Tortulu bir şey saf oldu mu böyle olur. Tıpkı onun gibi o da tasın dibinden üstüne çıkmıştır.
-
در بن طشت از چه بود او دردناک ** شومی آمیزش اجزای خاک
- Tasın dibindeyken tortuluydu, toprak cüzülerı, ona karışmış, o şomluk onu bulandırmıştı.
-
یار ناخوش پر و بالش بسته بود ** ورنه او در اصل بس برجسته بود
- Hiç de hoş olmayan dost, onun kolunu kanadını bağlamıştı. Fakat o, aslında yüceydi.
-
چون عتاب اهبطوا انگیختند ** همچو هاروتش نگون آویختند
- "Yeryüzüne inin" sesi gelince onu Harut gibi baş aşağı asakodu.
-
بود هاروت از ملاک آسمان ** از عتابی شد معلق همچنان 3620
- Harut, gökteki meleklerdendi, bir azar yüzünden öylece asılı kaldı.
-
سرنگون زان شد که از سر دور ماند ** خویش را سر ساخت و تنها پیش راند
- Baş aşağı asılı kalmasının sebebi, baştan çıkması, kendisini baş sanması ve yalnızca öne geçmeye kalkışmasıydı.
-
آن سپد خود را چو پر از آب دید ** کر استغنا و از دریا برید
- Sepet, kendisini suyla dolu görünce nazlandı, istiğnaya girişti de sudan çekildi hani.
-
بر جگر آبش یکی قطره نماند ** بحر رحمت کرد و او را باز خواند
- Fakat ciğerinde bir katrecik suyu bile kalmadı. Bunun üzerine deniz, acıdı da onu tekrar davet etti.