English    Türkçe    فارسی   

5
3605-3629

  • پای ظاهر در صف مسجد صواف  ** پای معنی فوق گردون در طواف  3605
  • Görünen ayak, mescit safında durur, mâna ayağı, göğün üstünde tavafta bulunur.
  • جزو جزوش را تو بشمر هم‌چنین  ** این درون وقت و آن بیرون حین 
  • İşte her cüz'ü böyle say... bu, vakit içindedir, zamana bağlıdır, oysa ondan da hariçtir.
  • این که در وقتست باشد تا اجل  ** وان دگر یار ابد قرن ازل 
  • Zamana bağlı olan, ecele kadar durur, öbürüyse, ebediyete dost, ezele eştir.
  • هست یک نامش ولی الدولتین  ** هست یک نعتش امام القبلتین 
  • Bir adı iki devlet sahibidir, bir sıfatı iki kıble imamı.
  • خلوت و چله برو لازم نماند  ** هیچ غیمی مر ورا غایم نماند 
  • Ona ne halvetin lüzumu vardır, ne çilenin. Hiçbir bulut, onu örtemez.
  • قرص خورشیدست خلوت‌خانه‌اش  ** کی حجاب آرد شب بیگانه‌اش  3610
  • Halvet yurdu, güneş değirmisidir, artık ona nasıl olur da yabancı gece, perde kesilir?
  • علت و پرهیز شد بحران نماند  ** کفر او ایمان شد و کفران نماند 
  • Hastalık ve perhiz zamanı geçti, buhran kalmadı. Küfür, iman oldu, küfran kalmadı.
  • چون الف از استقامت شد به پیش  ** او ندارد هیچ از اوصاف خویش 
  • Elif gibi, doğruluğu yüzünden öne geçmiştir. Onda kendi sıfatlarından hiçbir şey kalmamıştır.
  • گشت فرد از کسوه‌ی خوهای خویش  ** شد برهنه جان به جان‌افزای خویش 
  • Kendi huylarından çıkmış tek olmuş... canı, canına can katan sevgiliyse çırçıplak bir hale gelmiştir.
  • چون برهنه رفت پیش شاه فرد  ** شاهش از اوصاف قدسی جامه کرد 
  • O tek ve benzersiz, eşsiz örneksiz padişahın huzuruna çırçıplak gidince padişah, ona kendi kutlu sıfatlarından bir elbise giydirmiştir.
  • خلعتی پوشید از اوصاف شاه  ** بر پرید از چاه بر ایوان جاه  3615
  • Padişahın sıfatlarından bir elbiseye bürünmüş, kuyudan mevki ve ikbal sayvanının üstüne uçmuştur.
  • این چنین باشد چو دردی صاف گشت  ** از بن طشت آمد او بالای طشت 
  • Tortulu bir şey saf oldu mu böyle olur. Tıpkı onun gibi o da tasın dibinden üstüne çıkmıştır.
  • در بن طشت از چه بود او دردناک  ** شومی آمیزش اجزای خاک 
  • Tasın dibindeyken tortuluydu, toprak cüzülerı, ona karışmış, o şomluk onu bulandırmıştı.
  • یار ناخوش پر و بالش بسته بود  ** ورنه او در اصل بس برجسته بود 
  • Hiç de hoş olmayan dost, onun kolunu kanadını bağlamıştı. Fakat o, aslında yüceydi.
  • چون عتاب اهبطوا انگیختند  ** هم‌چو هاروتش نگون آویختند 
  • "Yeryüzüne inin" sesi gelince onu Harut gibi baş aşağı asakodu.
  • بود هاروت از ملاک آسمان  ** از عتابی شد معلق هم‌چنان  3620
  • Harut, gökteki meleklerdendi, bir azar yüzünden öylece asılı kaldı.
  • سرنگون زان شد که از سر دور ماند  ** خویش را سر ساخت و تنها پیش راند 
  • Baş aşağı asılı kalmasının sebebi, baştan çıkması, kendisini baş sanması ve yalnızca öne geçmeye kalkışmasıydı.
  • آن سپد خود را چو پر از آب دید  ** کر استغنا و از دریا برید 
  • Sepet, kendisini suyla dolu görünce nazlandı, istiğnaya girişti de sudan çekildi hani.
  • بر جگر آبش یکی قطره نماند  ** بحر رحمت کرد و او را باز خواند 
  • Fakat ciğerinde bir katrecik suyu bile kalmadı. Bunun üzerine deniz, acıdı da onu tekrar davet etti.
  • رحمتی بی‌علتی بی‌خدمتی  ** آید از دریا مبارک ساعتی 
  • Denizden sebepsiz bir hizmet karşılığı olmaksızın rahmet gelir. Bu, ne kutlu andır.
  • الله الله گرد دریابار گرد  ** گرچه باشند اهل دریابار زرد  3625
  • Tanrı hakkı için denizin etrafında dönüp dolaşmak, denizde gezenlerin yüzleri, sarı olsa bile aldırış etmemek gerek.
  • تا که آید لطف بخشایش‌گری  ** سرخ گردد روی زرد از گوهری 
  • Denizin etrafında dönüp dolaşmak ki Tanrı’nın lûtfu, bağışlaması gelip çatıversin de sararmış yüz, bir mücevher bularak kızarsın.
  • زردی رو بهترین رنگهاست  ** زانک اندر انتظار آن لقاست 
  • Yüzün sarı rengi, renklerin en iyisidir. Çünkü o yüze kavuşmayı beklemektedir.
  • لیک سرخی بر رخی که آن لامعست  ** بهر آن آمد که جانش قانعست 
  • Fakat bir adamın yüzünde parlayıp duran kırmızılık, o adamın canının, bulunduğuna kani olmasındandır.
  • که طمع لاغر کند زرد و ذلیل  ** نیست او از علت ابدان علیل 
  • Halbuki insanı zayıflatan, alçaltan, sarartıp solduran tamahtır. Bu solgunluk ve arıklık, bedene ait illetlerden değildir.