-
هست یک نامش ولی الدولتین ** هست یک نعتش امام القبلتین
- Bir adı iki devlet sahibidir, bir sıfatı iki kıble imamı.
-
خلوت و چله برو لازم نماند ** هیچ غیمی مر ورا غایم نماند
- Ona ne halvetin lüzumu vardır, ne çilenin. Hiçbir bulut, onu örtemez.
-
قرص خورشیدست خلوتخانهاش ** کی حجاب آرد شب بیگانهاش 3610
- Halvet yurdu, güneş değirmisidir, artık ona nasıl olur da yabancı gece, perde kesilir?
-
علت و پرهیز شد بحران نماند ** کفر او ایمان شد و کفران نماند
- Hastalık ve perhiz zamanı geçti, buhran kalmadı. Küfür, iman oldu, küfran kalmadı.
-
چون الف از استقامت شد به پیش ** او ندارد هیچ از اوصاف خویش
- Elif gibi, doğruluğu yüzünden öne geçmiştir. Onda kendi sıfatlarından hiçbir şey kalmamıştır.
-
گشت فرد از کسوهی خوهای خویش ** شد برهنه جان به جانافزای خویش
- Kendi huylarından çıkmış tek olmuş... canı, canına can katan sevgiliyse çırçıplak bir hale gelmiştir.
-
چون برهنه رفت پیش شاه فرد ** شاهش از اوصاف قدسی جامه کرد
- O tek ve benzersiz, eşsiz örneksiz padişahın huzuruna çırçıplak gidince padişah, ona kendi kutlu sıfatlarından bir elbise giydirmiştir.
-
خلعتی پوشید از اوصاف شاه ** بر پرید از چاه بر ایوان جاه 3615
- Padişahın sıfatlarından bir elbiseye bürünmüş, kuyudan mevki ve ikbal sayvanının üstüne uçmuştur.
-
این چنین باشد چو دردی صاف گشت ** از بن طشت آمد او بالای طشت
- Tortulu bir şey saf oldu mu böyle olur. Tıpkı onun gibi o da tasın dibinden üstüne çıkmıştır.
-
در بن طشت از چه بود او دردناک ** شومی آمیزش اجزای خاک
- Tasın dibindeyken tortuluydu, toprak cüzülerı, ona karışmış, o şomluk onu bulandırmıştı.
-
یار ناخوش پر و بالش بسته بود ** ورنه او در اصل بس برجسته بود
- Hiç de hoş olmayan dost, onun kolunu kanadını bağlamıştı. Fakat o, aslında yüceydi.
-
چون عتاب اهبطوا انگیختند ** همچو هاروتش نگون آویختند
- "Yeryüzüne inin" sesi gelince onu Harut gibi baş aşağı asakodu.
-
بود هاروت از ملاک آسمان ** از عتابی شد معلق همچنان 3620
- Harut, gökteki meleklerdendi, bir azar yüzünden öylece asılı kaldı.
-
سرنگون زان شد که از سر دور ماند ** خویش را سر ساخت و تنها پیش راند
- Baş aşağı asılı kalmasının sebebi, baştan çıkması, kendisini baş sanması ve yalnızca öne geçmeye kalkışmasıydı.
-
آن سپد خود را چو پر از آب دید ** کر استغنا و از دریا برید
- Sepet, kendisini suyla dolu görünce nazlandı, istiğnaya girişti de sudan çekildi hani.
-
بر جگر آبش یکی قطره نماند ** بحر رحمت کرد و او را باز خواند
- Fakat ciğerinde bir katrecik suyu bile kalmadı. Bunun üzerine deniz, acıdı da onu tekrar davet etti.
-
رحمتی بیعلتی بیخدمتی ** آید از دریا مبارک ساعتی
- Denizden sebepsiz bir hizmet karşılığı olmaksızın rahmet gelir. Bu, ne kutlu andır.
-
الله الله گرد دریابار گرد ** گرچه باشند اهل دریابار زرد 3625
- Tanrı hakkı için denizin etrafında dönüp dolaşmak, denizde gezenlerin yüzleri, sarı olsa bile aldırış etmemek gerek.
-
تا که آید لطف بخشایشگری ** سرخ گردد روی زرد از گوهری
- Denizin etrafında dönüp dolaşmak ki Tanrı’nın lûtfu, bağışlaması gelip çatıversin de sararmış yüz, bir mücevher bularak kızarsın.
-
زردی رو بهترین رنگهاست ** زانک اندر انتظار آن لقاست
- Yüzün sarı rengi, renklerin en iyisidir. Çünkü o yüze kavuşmayı beklemektedir.
-
لیک سرخی بر رخی که آن لامعست ** بهر آن آمد که جانش قانعست
- Fakat bir adamın yüzünde parlayıp duran kırmızılık, o adamın canının, bulunduğuna kani olmasındandır.
-
که طمع لاغر کند زرد و ذلیل ** نیست او از علت ابدان علیل
- Halbuki insanı zayıflatan, alçaltan, sarartıp solduran tamahtır. Bu solgunluk ve arıklık, bedene ait illetlerden değildir.
-
چون ببیند روی زرد بیسقم ** خیره گردد عقل جالینوس هم 3630
- Hastalıksız bir sarı yüz görse Calinas'un bile aklı şaşar.
-
چون طمع بستی تو در انوار هو ** مصطفی گوید که ذلت نفسه
- Fakat tamahı bağladın mı Tanrı nurlarına dalarsın. Mustafa, bunun için "Tamaha düşenin nefsi alçalır" demiştir.
-
نور بیسایه لطیف و عالی است ** آن مشبک سایهی غربالی است
- Gölgesiz nur, lâtiftir, yücedir. Kafes kafes vuran nura, bir kalburdan aksetmededir. O kafes şeklindeki gölge, kalburun gölgesidır.